2003-2007 Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği (AKTOB)’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nda bulunan aynı zamanda kuruluşundan itibaren Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED)’nun Yönetim Kurulu Üyeliğini sonrasında Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini ve Turizm Sektör Meclisi Başkanlığı görevi yapan, şu anda ise Antalya Büyükşehir Belediyesi’nde turizm danışmanlığı yapan Champion Tatil Köyü Y.K. Üyesi Osman Ayık ile Türkiye’nin turizm sektöründeki durumunu değerlendirdik.
Turizm sektörünün önde gelen isimlerinden ve turizm sektörünün kanaat önderi Osman Ayık, Türkiye’nin turizmde ulaşmış olduğu başarılardan bahsederken; “Türkiye sektörün ihtiyacı olabilecek her türlü altyapıyı oluşturdu. Bu bizim için son derece önemli bir kazanım. Bu envanter her zaman için korunması ve kollanması gereken bir değer. Bu değerin en önemli özelliği; birçok destinasyonda olmayan, birçok turizm ülkesinde bulunmuyor olması” dedi.
Osman Bey, turizm sektörünün son 30 yılında hem yatırımcı hem de kanaat önderi olarak bulunuyorsunuz. Geldiğimiz noktada Antalya büyük bir değişim ve gelişim içerisinde. Turizmin bugünü ve yarınını nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’de bu sektörün başlangıcı gelişimine ve planlama aşamalarına bakıldığı zaman çok gerilere kadar gidiyor. Altmışlar, hatta Cumhuriyet’in kurulduğu yıllara kadar uzanan bir süreç. Atatürk’ün o günden başlattığı birtakım çalışmaları da bu işlerin içine katılabilir ama bizim için ana dönüm noktası seksenlerden sonraki yatırım ivmesinin hızlanmasıyla başlıyor. Bu süreç içinde Türkiye olağanüstü bir başarı göstermiş durumda. Kamu ve özel sektör olarak yüz milyar doların üzerinde ciddi bir yatırım yaptık. Yol, havaalanı ve diğer altyapı tesisleri kapsamında kamunun yaptığı yatırımlar var. Aynı zamanda yatak üretimi, tur operatörlüğü, hava taşımacılığı anlamında özel sektörün de yaptığı aşağı yukarı 50 milyar doların üzerinde ciddi bir yatırım var. Bütün bunların sonucunda elimizde öyle bir envanter var ki, bu envanterin içinde yaklaşık bir buçuk milyona yakın son derece nitelikli ve genç sayılabilecek, yatak kapasitemiz var. Yaşı yirmiden fazla olanları için de hızlı bir rehabilitasyon süreci devam ediyor.
Bunun yanında uluslararası uçuşlara da hizmet verebilecek şekilde 40-50 tane havaalanımız var. Kilometrelerce yaptığımız kara yollarımız, limanlarımız, yat limanlarımız var. Türkiye sektörün ihtiyacı olabilecek her türlü altyapıyı oluşturdu. Bu bizim için son derece önemli bir kazanım. Bu envanter her zaman için korunması ve kollanması gereken bir değer. Bu birçok destinasyonda olmayan, birçok turizm ülkesinde bulunmayan bir kazanım. Yatırımlar yüzde doksanın üzerinde bir oranla bu ülkenin öz sermayesiyle yapılmaktadır. Bunun içinde yabancı sermaye payı oldukça azdır. Bu ülkenin insanları, bu ülkenin emekçileri, çalışanları, yatırımcıları, işletmecilerinin ve kamunun yarattığı bir değer bu. Bizim övünç kaynağımız. Mutlaka bu değerin kıymetini bilmemiz lazım. Bunu kamuoyuna da iyi bir şekilde anlatmak gerekiyor.
“Gelişen koşullara hızla adapte oluyoruz”
Gelinen noktadaki duruma istatiksel olarak baktığımız zaman Türkiye, birçok destinasyona göre oldukça iyi noktalara geldi. Pandemi öncesinde en çok misafir ağırlayan 6’ncı ülke konumunda. Geçen sene doğru hatırlıyorsam 4’ncü sıradaydık. Bu sene de aşağı yukarı o sıraları koruyacağız gibi görünüyor. Bu da bu sektörün dinamizmi ve gelişen koşullara göre kendisini en iyi şekilde adapte etmesi, uyarlaması ve hızlı bir şekilde de her şeye cevap vermesiyle ilgili. Orada oluşan koşulları da biz iyi bir şekilde değerlendirdik ve geri dönüşü birçok destinasyona göre en hızlı şekilde sağladık. Bunlar bu işin hep olumlu tarafıdır.
Süreç bundan sonra nasıl gelişecek? Nasıl gidecek? Bundan sonraki süreci el yordamıyla değil, tam tersine olabilecek birtakım senaryolar dahilinde değerlendirerek kendimizi konumlandırmamız gerekiyor. Burada birkaç tane dikkate alınması gereken konu var. Biliyorsunuz ki iklim değişikliğiyle beraber başlayan ve Paris Anlaşması altında bütün sektörleri de yavaş yavaş etkisi altına alacak, çevresel ve sürdürülebilirlik anlamında, yeni dünya düzeniyle ilgili birtakım değişiklikler olmaya başlayacak. Bu durum ister istemez bizim sektörümüzü de etkileyecek.
“Sınır aşan seyahatlerin maliyetleri artmaya başlayacak”
Bizim için de başka bir pencere, başka bir kulvar açılacak. Yeni iklim anlaşması ve Paris Sözleşmesi’yle birlikte sıfır karbon problemi, seyahat endüstrisini büyük oranda etkileyecek diye düşünüyorum. Bu sınır aşan seyahat sayılarının belli bir trendde artmasını bence yavaşlatacak. Bu şu anlama geliyor; yavaş yavaş ‘kaynak pazar’ diye tabir ettiğimiz ülkelerin büyük bir bölümü kendi içine dönmeye başlayacak. Sınır aşan seyahatlerin maliyeti artmaya başlayacak. Çünkü gelecek birtakım çevre vergileriyle beraber uçak biletleri pahalı olmaya başlayacak. Dolayısıyla bu da seyahat sayısını düşürecek. Bununla beraber bir değişim başlayacak demektir. Zaten pandemiyle başlayan bir eğilimde insanların yönelimlerinde bir değişiklik başlamıştı. Bize gelen, yapmamız gereken birtakım ev ödevlerinin olduğunu görüp, düşünüp; ürün yapısını, ürünün konumlandırılmasını konaklama tesisleri ile beraber yaşam alanlarının nasıl planlanması gerektiğiyle ilgili ciddi bir değişimin kapıda olduğunu düşünüyorum. Bu değişimi şimdiden okuyup, biraz önce saydığımız tüm unsurları dikkate alan değişim sürecini bugünden itibaren başlatmalıyız.
Aksi halde tehdit altında mıyız?
Tehdit altında olacağız. Bu sadece bizim için geçerli değil, bütün destinasyonlar için böyle olacak. Ama turizm bizim için son derece önemli bir sektör ve ülke olarak da bunu yapacak birikimimiz var. Bunun için kaynak bulmakta da çok zorlanmayabiliriz. Buna en hızlı refleksi verebilecek destinasyonlardan bir tanesi olduğumuza inandığım için bunu söylüyorum.
Gelebilecek muhtemel değişimi bugünden okuyup, bu planlamayı şimdiden başlatmamız lazım. Burada hem yatırımcılarımıza hem işletmecilerimize çok ciddi iş düştüğünü düşünüyorum. Şöyle bir yanılgıya kapılmamak lazım, “bu sektör duracak mı?” Hayır durmayacak. Bu sektör mutlaka var olacak. Önümüzdeki süreçte de var olacak. Çünkü insanların mutlaka tatile ihtiyacı var. Burada benim söylemeye çalıştığım şu; tatile çıkan insanların beklentileri de istekleri de değişecek. Biz bugüne kadar ne yaptık? Arzı yarattık, talep arkasından geldi. Bundan sonra bu şekilde olmayacak. Talep orada, sizin arzınızı bu talebin isteklerine göre daha dikkate alarak yeni baştan dizayn etmeniz gerekiyor. Şimdi siz talebi ciddi şekilde ölçeceksiniz, biçeceksiniz, inceleyeceksiniz, onunla ilgili araştırmalar yapacaksınız ve arzınızı ona göre yeni baştan dizayn edeceksiniz ki bu işler olsun. Biz ‘her şey dahil’ ile çok ciddi bir şey yaptık aslında. Sistemin içine bunu monte ederek hiçbir destinasyonun yapamadığı şeyleri yapıp inanılmaz sayılar yarattık. Bir çekim merkezi haline geldik ama bunu hep bugüne kadar biz vererek yaptı. Paranın alabileceğinin üstünde bir hizmet standardını ve tesis kalitesini yakalayarak yaptık. Peki bundan sonraki süreçte, bu şekilde devam ettirebilir miyiz? O konuda benim kafamda soru işaretleri var. Onun için gerçekten artık kafamızı ellerimizin arasına alıp, çok ciddi bir şekilde bu işlere kafa yorup düşünmemiz lazım.
Mutlaka kafa yoruyorsunuzdur. Peki nereye doğru evrilecek talep?
Şimdi sağlıklı yaşam diye bir şey var gündemde. Bireyler özellikle pandemiden sonra, en değerli şeyin bireyin kendisi olduğunun farkına vardılar. Hayatın ne kadar kıymetli olduğu, yaşamın ne kadar önemli olduğunu fark ettiler. Dolayısıyla da kendilerine dönük her şeyi yeni baştan planlamaya başladılar. Sağlıklarına daha fazla dikkat eder oldular.
Peki bu yeni talebe göre ‘her şey dahili’ nasıl modifiye ederiz? Nasıl değiştiririz? Nasıl sadeleştiririz? Artık alkol tüketiminden tutun, birçok şeye kadar her şey bambaşka bir kulvara doğru gitmeye başladı. Yani sizin çok seçenekli şeylerle tüketicinin karşısına çıkmanız da gerekmeyecek belki. Her şey kişiye özel. Onun için de artık her şeyi yavaş yavaş kişiye özel şekilde dizayn edilebilir yapmak lazım. Son derece esnek yapılara ve sistemlere dönmeye başlamalıyız. Çünkü insanlar gelip sadece bir yapının bir binanın içinde hapsolmak istemeyecek. Üç gün, beş gün belki orada zaman geçirecek. Ama onun dışında dışarıda da bir hayat arayacak.
Devlet politikası ve turizm politikaları geliştirildi. Burada yatırımcılara birçok teşvik verildi ve verilmeye de devam ediliyor. Süreç hep bu şekilde ilerledi ve konaklama tesisleri gelişti. Peki tesisler dışındaki işletmelere de benzer yatırım desteği verilse, turistin yeni eğilimlerine yanıt vermek daha kolay olur mu?
Aslında söylemeye çalıştığımız şeylerden bir tanesi ve benim gelmeye çalıştığım noktalardan bir tanesi şu; biz dünyanın en iyi, en genç, en nitelikli tesislerini yaptık. Bu tesislerin içindeki hizmetleri de çok iyi sunuyoruz ve eder fiyatının altında bir bedelle satıyoruz. Ama bunun hemen yanı başındaki yaşam alanlarımızı eş değer bir seviyede yukarıya doğru çekemedik. Halkın yaşam standardını belli bir seviyenin üstüne taşıyamadı. Yaşam alanlarındaki fiziki altyapıları dünyanın alıştığı standartlara getiremedik. Sürekli bir değişim, sürekli bir devinim, sürekli bir yapılaşma, sürekli bir inşaat faaliyetiyle devam etmeye çalışıyoruz. Halbuki insanlar üç sene sonra, beş sene sonra aynı noktaya, aynı destinasyona geldiklerinde orada Köfteci Ali’yi aynı Ali’yi görmek istiyor. Ama bizde böyle bir şey yok. Bizde insanlar bir sezon sonra geldiği yerdeki kaldığı oteli tanıyamıyor, oteli bulamıyor. Bu çok hızlı bir şey aslında ve yorucu bir süreç. Dolayısıyla biz artık otel içindeki standartla dışarıdaki standardı yavaş yavaş birbirine yaklaştırmak ve eşitlemek zorundayız. Zaten bunu yaptığımız an her şey dahil vb. şeyler konuşulmayacak ve tartışılmayacak konular haline gelecek.
Aslında bugün tesislerdee eskisi gibi teşvik almıyor. İlk kuşak tesislerin bir bölümünde bu teşvikler vardı ama sonradan 2000’lerin başından itibaren bu teşvikler neredeyse sıfırlandı. Otel yatırımlarında hemen hemen senin bahsettiğin şekilde teşvik yok. Hatta otel yapmak için tahsil edilen araziler bile ihaleyle veriliyor biliyorsunuz. Ve ciddi paralar toplanıyor.
Buradaki en büyük eksiklik; kıyı bandındaki turistik tesis yatırımlarıyla eş zamanlı olarak, arkadaki yaşam alanları da planlanmalıydı. Planlamada eksiklikler ve gecikmeler var. Orada bir düzensizlik oldu bence. Bunun içinde olmaması gereken, aşırı yoğun yapılaşma, aşırı nüfus hareketleri, aşırı göçler, o turistik kasabaların inanılmaz şekilde göç baskısıyla karşı karşıya kalması, paralel alt yapılar ve bunun gibi şeylerin de gelişmemesi, oradaki düzensizlik ve plansızlık bugünkü karşılaştığımız sorunlarla bizi yüz yüze bıraktı.
Evet burada da herkesin eli kolu bağlı kalıyor. Siz aynı zamanda Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin turizm danışmanısınız. Dolayısıyla süreçleri daha iyi biliyorsunuz. Biliniyor olmasına ve bunları söylüyor olmanıza rağmen adımlar atılamıyor olmasını görev, sorumluluk ve güç dengeleri kapsamında nasıl değerlendirirsiniz?
Burada çok farklı faktörler var. İdari yapıyla ilgili birtakım sıkıntılar var, siyasi unsur yapılarla ilgili de. Yerel yönetimlerin bu işi yapabilecek birtakım olanakları olmasına rağmen onların da ellerini kollarını bağlayan birtakım şeyler var. Bu nedenle, bütün bileşenlerin birlikte hareket edebilecekleri, oturup konuşup karar vermesi gereken konular var. Biraz önce onu söylemeye çalıştım. Yatırımcıların, işletmecilerin, kamunun; bakanlıklar düzeyindeki siyasi yapısı ve yerel yönetimlerin hepsinin birlikte hareket edip, eş zamanlı bir şekilde hareket ederek, geleceği birlikte planlaması lazım. Bunu yapmazsak bizi bekleyen en büyük tehlike aşırı yapılaşma, aşırı yoğunlaşma, belli noktalarda aşırı bir kapasitelerin yaratılıyor olması ciddi sıkıntıdır. Çünkü bu gerek altyapıyı gerek doğal yapıyı son derece zorlayan ve var olan birtakım doğal ve kültürel değerlerin yok olmasına neden olacak.
Turizm hareketi niye devam ediyor, niye devamlılığı var turizm hareketinin? Turizm ürün haline dönüşüyor ve insanlar onu yaşamak, almak ve o deneyimi tatmak için geliyorlar buraya. Diyelim ki Rusya’da olmayan sıcak denizi yok ettiniz, Rus vatandaşları niye gelsinler buraya? Bir Avrupalı için kültürel değerler önemliyse, siz Aspendos’unuzu, Perge’nizi, Phaselis’inizi yok ederseniz, var olan ne kadar sivil mimari örneğiniz varsa kıymetsiz, değersiz hale getirir. Sizi farklı kılan değerleriniz yok olacaksa, o insanlar niye buraya bir deneyim yaşamaya gelsinler? Siz var olan mutfak zenginliğinizi ciddi anlamda bir gastronomik ürüne dönüştürmezseniz, insanlar buraya neden gelsinler? Bunların hepsi bir bütün. Şu anda var olan ne kadar değer varsa bu değerler bize emanet. Bizim en büyük sorumluluğumuz bu emanetleri bizden sonra gelecek kuşaklara devredecek halde tutmak, korumak, kollamak ve bakmaktır.
Çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.