Kızım Su ile bir süredir her yıl, baba-kız başbaşa, ikimizin de daha önce görmediği bir ülkede tatil yapıyoruz.
Covid döneminde bu gezilere mecburen ara vermiştik.
Pandemi sonrası kaldığımız yerden devam ediyoruz.
O New York’tan çıkıp geliyor, ben de Umman’dan yollara düşüyorum.
Bu kez durağımız Botsvana ve Zambiya’ydı.
Her nedense Afrika’yı pek seviyorum.
İnsanların doğal sıcaklıkları, güler yüzlü olmaları, başka hiçbir kıtaya benzememesi, en çok da doğal güzellikleri ve canlıları.
Sokakta iki kedi oynasa yarım saat izleyebilen benim gibi bir adam için Afrika canlılarını, onların doğal ortamlarında gözlemlemek paha biçilmez oluyor.
Gerçi her tarafı açık bir araçtan, üç metre ötemizde, az önce avladığı bir domuzu katır kutur yiyen bir aslan insanı ürkütmüyor değil tabi.
Rehberimize göre aslanların bizim aracımıza saldırma ihtimalleri hiç yokmuş.
Ah bu kesin bilgiden aslanın da haberi olduğuna bir inanabilseydik.
Daha önce Kenya, Tanzanya, Madagaskar ve Ruanda’da vahşi yaşamı izleme şansımız olmuştu.
Botsvana ve Zambiya onlara göre daha vahşi bir yaşamı barındırıyor diyebilirim.
Gece uyuyabilmek sıkça sorun olabiliyor.
Daha önce kızımla Serengeti’de çevresi tel örgülerle korunmayan bir kampingte kalmıştık.
O geziye kardeşim Murat ve yeğenim Ada da katılmışlardı.
Gece olunca çadırımızın etrafında gezen, avlanan hayvanların sesinden uyumakta zorlanmıştık.
Aslan sesleri, sırtlan seslerine karışıyordu.
Bazen de filler trompet çalar gibi bağırarak bizi uyandırabiliyordu.
Botsvana’da aynı hatayı yapmamak için, genellikle elektrikli tellerle korunan yerlerde konakladık.
Ancak yine de zaman zaman dışarıdan gelen seslerden uykumuzda yerimizden sıçradık.
Yani durum, öyle ekran karşısında çekirdek çitleyerek Nat Geo Wild izlemekten bir miktar farklı.
Gece kalkıp, “içim daraldı, şöyle bahçede bir dolaşayım” ihtimali yok.
Su bir sabah bana, “baba, sırtlan odama girdi sandım, nefesini hissettim, yatağım sallandı, o kadar yakındaydı” dedi.
“Ee madem o kadar korkuyorsunuz, deli mi kovaladı sizi de gittiniz taa oralara kadar” diye düşünebilirsiniz.
Vahşi yaşamı sevince korkusuna da katlanıyor demek ki insan..
NEYİN NESİDİR BU BOTSVANA?
Biraz da Botsvana hakkında bilgiler vereyim.
Afrika’nın güneyinde bulunuyor.
582.000 kilometre karelik ülkenin yaklaşık olarak %70’i çöllerle kaplı.
Komşuları Zimbabwe, Namibya, Zambiya ve Güney Afrika.
Denize kıyısı yok.
Ülkede Tswana ve İngilizce dilleri konuşuluyor.
Siyahilerin nüfus oranı %97.
Çok genç bir nüfusu var.
0-24 yaş grubu ülkenin neredeyse yarısını oluşturuyor.
Ülkenin sadece %5,5’u 65 yaş ve üzerini görebiliyor.
Bizdeki Suriyeli krizinin Botsvana’daki adı Zimbabveli krizi.
2008 yılında Zimbabve’de yaşanan bir kriz sonrası ülkenin nüfusu hızla artmış, o dönemde 800.000 Zimbabveli Botsvana’ya geçerek mülteci olarak yaşamını sürdürmeye başlamış.
Bir başka sorunları da Aids’le mücadele.
Neredeyse nüfusun üçte biri bu illetle boğuşuyor.
Karşı cinsle ilişkiye girmek, Rus ruletinden bile daha riskli.
Ziyaret etmek için en uygun aylar Haziran ve Ekim arasındaki yağışsız dönem.
WE DON’T NEED NO EDUCATION..
Botswana’nın kelime anlamı da Tswanalıların ülkesi.
Para birimleri Pula.
Bir dolar 13 Pula ediyor.
Başkentleri Gaborone.
Toplam nüfusun yaklaşık olarak %12’si Gaborone’de yaşıyor.
Botsvana, Dünya üzerinde okul zorunluluğunun bulunmadığı çok az sayıda ülkelerden bir tanesi konumunda.
Çeşitli aşiretlerden oluşan çiftçi bir toplum.
SEMPATİK REHBERİMİZ PİKİ’Yİ ANLATMADAN OLMAZ..
Aşiret deyince aklıma Piki adlı sempatik rehberimizin yaşadıkları geldi.
Sevgilisi ile evlenmesine, aynı evde yaşamalarına kızın babası izin vermiyormuş.
“Sekiz inek getirmeden kızımı alamazsın” diye de diretiyormuş.
Bir inek 500 $ değerinde.
Yani istenen Afrika usulü başlık parası 4.000 $ kadar.
Bir tür yetiştirici bedeli.
Bizim Piki’de bu kadar para yok.
Gerçi hem kız hem de Piki babalarının evlerinde yaşamıyorlar.
Piki rehberlik yapıyor, sevgilisi de yumurta satıyor.
Durun daha bitmedi.
İki de çocukları olmuş şimdilik.
Şimdilik diyorum, çünkü Piki’nin niyeti soyu sağlam devam etsin diye yedi çocuk sahibi olmak.
Piki, “ya kayın baba gel altı ineğe el sıkışalım, kalan iki ineklik para ile de ben kızına param olunca finansman sağlayayım, kız işini büyütsün” demiş.
Ama kayınpeder İsa demiş peygamber dememiş.
Üzgün Piki, kızı ileride evlenmek isterse damata karşı bu kadar katı olmayacağını söylüyor.
“Birbirlerini sevsinler yeter, ben dört ineğe bile razı olurum” diyecek kadar da hoşgörülü ve cömert.😊
Neyse bu kadar Afrika magazini yeter, biz yine Botsvana’ya dönelim.
İnsan nüfusu 2.1 milyon kadar.
Hayvan nüfusu ise 5.5 milyondan fazla.
AVRUPA AVRUPA DUY SESİMİZİ..
1700’lü yıllarda her Afrikalı gibi Avrupalılar’la zorunlu olarak tanışmışlar.
Uygar(!) Avrupalılar, Botswana halkını köleleştirmiş, fillerini öldürüp dişlerini satmış, zenginleşmiş.
Karşılık olarak da onlara misyonerler yollayarak halkın yüzde otuz sekizinin Hırıstiyan olmalarını sağlamış.
Yüzde kırk dokuz nüfus ise hâlâ eski yerel inançlara sahip.
Beş bin kadar da Müslüman varmış.
Tarihleri yaklaşık olarak yüz bin yıllık.
1966’da, ülkelerinin işgalinden 81 yıl sonra İngilizler’den yakalarını kurtarıp parlamenter demokrasiye geçmişler.
Afrika’nın en güvenli, adaleti sağlam, rüşvetin kolayına çalışmadığı bir sistem kurmuşlar.
Botsvana, son senelerde Afrika’nın en zengin ve iyi yönetilen ülkeleri arasına ismini yazdırmış.
Bu başarıda hükümetin doğal kaynakları ve vahşi yaşamı korumacı politikası ve ileri görüşlü demokratik anlayışı büyük rol oynuyor.
Bir de üstüne üstlük Kalahari çölünde elmas yatakları bulunca, kaderleri Norveç’in denizde petrol bulduğu gibi değişivermiş.
Toplam gelirlerinin yüzde yetmişi zengin maden yataklarından geliyor.
Elmasın yanınsıra bakır, nikel, tuz, gümüş, kömür ülkenin sahip olduğu diğer başlıca yer altı madenleri.
Turizm ikinci sırada.
“Az turist gelsin, çok para ödesin, hiç temizlemeyeceğimiz plaj kumsalı kıvamındaki safari yollarımızda arabalarıyla debelensin, beğenmeyen de gelmeyiversin” gibi bir turizm anlayışları var.
Ülkenin neredeyse yüzde yirmi beşini 1968 yılında ulusal park olarak ilan etmişler.
Devletin kaçak avcılarla mücadelesi ise bir tür prestij meselesi olmuş.
GERGEDANLAR ÇOK SIKI KORUMA ALTINDA..
Filin dişine ve gergedanın boynuzuna servet ödemeye meyilli bir sürü budala ile aynı oksijeni soluduğumuz için, bu hayvanlar tehlikedeler.
Özellikle de Çinliler kaçak avcıların ana sponsorları.
Bir gergedanın boynuzunun yaklaşık olarak bir milyon dolar ettiğini düşünecek olursanız (boynuz 15-18 kilo arası geliyor ve kilosu 60.000 $), normalde ayda yüz dolara çalışan yarı aç bir avcının babasını bile bu fiyata öldürebileceğini tahmin edebilirsiniz.
Gergedan boynuzunun, hiç kanıtlanmamasına rağmen erkeklerde güçlü ereksiyon sağladığına inanılıyormuş.
Bu katlima alet olanların hepsinin, tez zamanda çüklerinin kopmasını diliyorum.
O nedenle, onları avcılardan koruma amacıyla hem gergedanlarının boynuzlarını düzenli olarak tıraşlıyorlar, hem de onları her gün yirmi dört saat silahlı adamlarla koruyorlar.
Yelteneni de anında öldürme yetkileri var.
Tüm bu önlemlere rağmen, Afrika’da 1970’lerde 70.000’den fazla olan olan gergedan sayısı son yıllarda 4.200’e kadar düşmüş.
ADETA BİR FİL CENNETİ
Fil nüfusu 137.000 kadar.
Dünyada yaşayan fil nüfusunun yüzde yirmi beşi Botsvana’da.
Umman’da da benzer miktarda deve yaşıyor.
Bu kibar devler, dört metre boya ve on bir ton kadar ağırlığa kadar ulaşabiliyorlar.
Önlerine ağaç, bitki ne çıkarsa yiyorlar.
Halk doğal malzemelerden bir bina yapmaya korkuyor.
Çünkü aynı akşam yiyorlar.
Öyle hoşt, pist deyince de kaçmıyorlar.
Dünyada her yıl 500 insan fil saldırısından, 500 insan da su aygırı şiddetinden ölüyor.
250 cesetle aslan ve 200 ölü ile bufalolar listede daha sonra geliyorlar.
HİPPOS
Su aygırı ürkütücü bir hayvan.
Kızınca bir aslanı ya da timsahı ortadan ikiye ayıracak kadar da güçlü.
900 milyon yıl önce oluştuğu söylenen Okavango Deltası’nda (nasıl hesapladıklarını hiç bilmiyorum, okuduklarımın yalancısıyım) kıçı kırık bir tekne ile Hippo’ların arasında gezindik.
Sığ nehirde karşıdan karşıya geçen filler ve bufalolar da ayrı bir geçit töreniydi.
Adına Hippo Pool denen, su aygırlarının en yoğun olduğu bölgeye bir kaç yüz metre kala bizim tekne birden stop ediverdi.
Tekrar çalışana kadar geçen on beş dakikalık bölümde saçlarımız bir miktar ağardı.
ASLANLAR
CimBom’la bir ilintisi yok, işte bildiğiniz Lion.
Tam, “ya bugün de pek hayvan göremedik” derken, sanki bizim gönlümüzü hoş etmek istercesine karşımıza ara sıra aslan aileleri çıktı.
Dünyada Tanzanya’dan sonra en fazla aslan barındıran ikinci ülke Botsvana.
Afrika’da yaşayan toplam 20.000 kadar aslanın 2.000’i Botsvana’da.
BİG FİVE
Hani şu Afrika’nın ünlü Big Five terimi var ya.
Kadro da şöyle:
Aslan, fil, gergedan, bufalo ve leopar.
Leopar dışında hepsini görmüştüm.
Bu sefer leoparı da görme şansımız oldu.
Hatta onlardan bir tanesi, onunla gözlediği avının arasına girdiğimiz için bize kızıp kalkıp gitti.
Günübirlik olarak da komşu Zambiya’ya Mosi-Oa-Tunya Ulusal Park’ına gidip görkemli Victoria Şelalesi’ni gördük.
Chobe Ulusal Parkı, Kalahari Çölü, Okavango Deltası, Kgalagadi Sınır Ötesi Parkı.
Yok yok…
Yüz milyon yıldır orada yaşadığı tahmin edilen Nil Timsahları devasa boyutlarda.
Zürafaları, sırtlanları, vahşi köpekleri, çitaları, Afrika domuzu, kudu, impala gibi farklı antilop türleri ve yüzlerce kuş çeşidi ile bir vahşi yaşam cenneti Botswana.
Varsa bir Bucket List’iniz Botsvana’yı ön sıralara almanızı öneririm.