İnsanın en büyük düşmanı kendisi. Yaptıkları ve yapmadıklarıyla, insan kendine düşman. Sadece savaşları kastetmiyorum. Örneğin; dünyada diyabetten ölen insan sayısı savaşları geçmiş durumda. Bununla birlikte insanoğlu yeni ve üstün beceriler kazanmaya çalışmakta. İnsanlar bir çeşit süper insanın peşinde. Bedenlerini yeniden yaratmak veya değiştirmek artık bilim kurgu olmaktan çıktı. Mikro organizmaları yaratmak ve değiştirmek mümkün bugünün dünyasında. Amaç, yaşamı değiştirme ve yaratma becerisine kavuşmak. Bilimsel makalelerde bu çalışmalara rastlamak artık olası. Henüz tam manasıyla gerçeklik bulmasa da bu, araştırmacılar 20 ila 30 yıl içerisinde kritik aşamaya gelineceğini düşünmekte.
Beden ve zihinlerimiz değiştirilebilecek, teknik olarak insan mühendisliği yapılabilecek, organlarımız yerine biyonik uzuvlar yerleştirilebilecek, hatta beyni doğrudan bilgisayara bağlayabileceğiz. Böylelikle insan ve makine birleşip bir tür sayborg ortaya çıkacak. Bilgisayarda zihin yaratmaktan bahsedenler bile var. Matrix çok uzakta değil anlayacağınız. Bazı yazarlara göre bu 50 yıl içerisinde olacak, fiziki dünyadan ayırt edilemeyecek koskoca bir dünya yaratıla bilinir olacak.
Ancak etik sorunlarımız gün geçtikçe artmakta. Bu gelişmelere rağmen kandırmak, aldatmak, yalan, dedikodu, şiddet, taciz, tehdit, zulüm ve baskı insanın yakasını bırakmıyor. Belki daha doğrusu insan bu hastalıklı davranışları bırakmak istemiyor. Örneğin; insanın hayvanlarla olan ilişkileri. Bilimsel araştırmalar hayvanların acı, öfke, sevgi ve keyif hissedebildiklerini kanıtladı. Ancak insanlar onlara makina gibi davranabilmekte. Yaban hayvan türlerini birer birer tüketirken çiftlik hayvanlarını da köleleştirdik. Daha fazla ürün alabilmek için büyük şirketler hayvanlara daha kötü muamele yapmakta. Misal, bir inek sadece doğurduğunda süt verdiği için mütemadiyen hamile bırakılıyor, yavrusu doğar doğmaz alınıp mezbahaya yollanıyor. Süt bitince tekrar dölleniyor, bu döngü 4 ila 5 yıl içinde inek her anlamda tükenene kadar ve mezbahaya yollanana kadar devam ediyor. Hayvanın hayatı bu, dar bir kafeste antibiyotikler ile hareket etmeden tutuluyor ve devamlı yavrusundan ayrılıyor, düşünebiliyor musunuz böyle bir hayatı. Bunun iki anlamı var. Bir, insan için hayvanlar birer makina ki bilimsel olarak bunu aksi kanıtlandı. İki, hayvanlar acı hissedebilirler, ama bunun önemi yok, çünkü insan kadar zeki değiller. Bu da daha zekiysen senden daha az zeki olana her şeyi yapma özgürlüğün var anlamına geliyor. Peki, bu insanlar arasında da bu kıstas olursa ne olacak? Eğer yakın gelecekte insan evrendeki en akıllı varlık olmaktan çıkarsa ki araştırmalar ve gelişmeler bu yönde. Yani süper insanlar veya yapay zeka insanoğlundan daha zeki olacaksa, bugün insanın ineğe yaptığını, yarın yapay zeka veya süper insan bize yapabilir. İnsan güce alışık ki bunu düşünen şu an var mı bilmiyorum.
Güçlü sınıflar her daim güçsüzlerin, halini umursamaz. Peki; politika ve siyaset bunun neresinde ve bunun denetimi kimde? Bu gelişmeleri insanoğlu ve dünyadaki yaşam hakkı olan tüm canlılar için kim kontrol etmekte? Bugünün siyaseti ve politikaları neyi amaçlamakta ve neyin peşinde ?
Beden, beyin ve zihin mühendisliği becerisini geliştirerek tarihte ilk kez ekonomik eşitsizlik biyolojik eşitsizliğe mi dönüşecek ? Daha iyi beslenmeye bağlı farklar her daim vardı, ancak ister saraydan olun ister bir çiftlikte doğup büyümüş olun, bariz fiziksel ve zihinsel bir farkı yoktu.
Gelecekte yeni teknolojiler biyolojik eşitsizliğe dönüşebilir, yoksullar sadece daha alt sınıf mensubu olmakla kalmaz, alt türe dönüşebilir. Bu olursa aradaki mesafeyi kapatmak neredeyse imkansız. Sadece varlık olarak değil, beceri de de fark yarattığınız zaman, daha az beceriye sahip olanın size yetişmesi giderek zorlaşacak. Bugün hala bir şeyler yapıla bilinir, ama pazar şartlarına bırakılırsa ki şu an öyle bir felaket kapımızda. İş yine dünya politikalarını ve ülke politikalarını belirleyenlere kalıyor. O yüzden bizim için kapakta olan iki liderin bakış açıları ve farkındalıkları çok ama çok önemli.
İnsan güç kazanmakta iyi, ama bu gücü mutluluğa dönüştürmekte kötü. Mutluluğu haz almak, ıstırabı acı çekmekten ibaret sanıyoruz. Tüm gücümüzü daha fazla haz ve daha az acı çektirecek koşullar için harcıyoruz. Ancak korunaklı insanlarda depresyondan muzdarip. Istırap sadece acıdan kaynaklanmaz, hırs ve öfke de bir çeşit ıstıraptır. Beklentiler koşullara uyum sağlar, koşullar düzeldikçe beklentiyi yükseltiriz. İnsan zihninin tepkisi daha fazla istemektir. Sakin, dengeli ve mutlu bir duygu hali nasıl elde edilir? Odaklanmamız gereken bu.
Benim varmak istediğim ise; GM de işlediğimiz konuların gereği tüm bu duygu evresine ulaşmak için dünya politikaları üretmek zorunda olduğumuz ve turizmin yani seyahat etmenin, gezmenin, yaşam alanlarımızın ve koşullarının dışına çıkmanın bunun en önemli ilacı olduğunun altını çizmek.
Dünün liderleri başaramadı, henüz çok geç değil, belki bugünün liderleri başarabilir, ama yarının liderleri kesinlikle başarabilmeliler.
Dilerim, insanın bakış açıları ve farkındalıkları bunu bize sağlayabilir.
Farkında kalın.