Fizyolojik olarak, insanların vücutları, yaklaşık 35 santigrat derece ötesinde ısıyı kaldıramaktadır. Ancak günden güne çoğalan kanıtlar gösteriyor ki, sıcak hava çeşitli görevlerdeki performansların yanı sıra genel başa çıkma mekanizmalarına da zarar veriyor. Araştırmacılar aşırı ısıyı artan saldırganlık, düşük bilişsel yetenek ve üretkenlik kaybıyla ilişkilendiriyor.
Sciencenews’in haberine göre artan küresel sıcaklıklar ve dünyanın bazı bölgelerini yakan rekor kıran ısı dalgaları ile birlikte, aşırı sıcaklığın insan davranışı üzerindeki etkileri önümüzdeki süreçte büyüyen bir sorun oluşturabilir. Araştırmacılar, iklim değişikliği dünyayı ısıtırken, en çok zararı serinlemek için sınırlı kaynaklara sahip düşük gelirli insanlar ve ülkelerin göreceğini söylüyor. UCLA’dan ekonomist R. Jisung Park, “Isının fizyolojik etkileri evrensel olabilir, ancak tezahür etme şekli oldukça eşitsizdir” diyor.
Isı ve saldırganlık arasında bir bağlantı var mı?
Bilim adamları, bir yüzyıldan fazla bir süredir insanların aşırı sıcakla baş etmedeki zorluklarını belgeliyorlar. Örneğin, birkaç on yıl önce, sosyal psikolog Craig Anderson ve meslektaşları, lisans öğrencilerine diyalog içinde olan çiftlerin dört video klibini gösterdiler. Bir klip tonda nötrken, geri kalan üçü ikili arasında artan gerilimi gösteriyordu. Klipleri izleyen lisans öğrencilerinin her biri, termostatı soğuk 14°C ile 36°C arasında değişen beş farklı sıcaklıktan birine ayarlanmış bir odada oturuyordu. Araştırmacılar daha sonra öğrencilerden çiftlerin düşmanlık düzeylerini puanlamalarını istedi. Anderson, rahatsız edici derecede sıcak odalarda bulunan öğrencilerin, tüm çiftleri, hatta nötr olanı bile, konforlu odalardaki öğrencilerden daha düşmanca puanladığını buldu. (İlginç bir şekilde, rahatsız edici derecede soğuk odalarda kalan öğrenciler de çiftleri daha düşmanca olarak değerlendirdi.)
Anderson, ısının insanları daha sinirli yapma eğiliminde olduğunu söylüyor ve sonuç olarak, “hava sıcaklığı arttıkça insanların olayları daha kötü gibi algılamaya eğilimli hale geldiğini” ekliyor.
Peki artan sıcaklık suç oranını artıracak mı?
Araştırmacılar, insanların aşırı ısındığında daha agresif hale gelebileceğini uzun zamandır biliyorlar. 2010’dan 2017’ye kadar Los Angeles’taki suç verilerini inceleyen yeni bir çalışma, sıcaklıkların artmasıyla şiddet içeren suçların da arttığını gösteriyor.
Örneğin, Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu’nun temmuz ayında yayınladığı bir çalışma raporu, Mississippi cezaevlerindeki ve klimasız hapishanelerdeki mahkumlara odaklanarak bir laboratuvarda bulunan kontrol düzeyini yeniden yaratmaya yaklaştı. Ekonomistler Anita Mukherjee ve Nicholas Sanders, 1 Ocak 2004’ten 31 Aralık 2010’a kadar 36 cezaevindeki şiddet oranlarını inceledi. Genel olarak, her bir tesiste yılda ortalama 65 şiddet eylemi gerçekleşti. Ancak çift, yılda yaklaşık 60 günden biraz fazla olan 27°C’nin üzerindeki günlerde, mahkumlar arasında şiddet olasılığının yüzde 18 arttığını keşfetti.
O kadar sıcak görünmese de, o günlerin çoğunda ortalama maksimum sıcaklık kabaca 34°C idi; Mukherjee, bu sıcaklık okumalarının Mississippi’nin yüksek nemini de hesaba katmadığını söylüyor. Ayrıca, ülkedeki yaşlanan ıslah tesislerinin çoğu hem klima hem de uygun havalandırmadan yoksundur ve tesislerin içindeki sıcaklıklar genellikle dışarıdaki sıcaklıkları aşmaktadır.
Mukherjee, politikacıların genellikle mahkumlara klima sağlamayı bir rahatlık meselesi olarak nitelendirdiğini söylüyor. “Yılda birçok gün bir hapishanede 48 derece ve üstü sıcaklıklar hakkında konuştuğumuzda, bu ahlaki bir mesele haline geliyor.”
Mississippi verilerinden yola çıkarak, Mukherjee ve Sanders, ısının ABD cezaevlerinde her yıl ek 4.000 şiddet eylemi ürettiğini tahmin ediyor.
Araştırma ayrıca, şiddetin cezaevlerinin dışındaki ısıyla birlikte arttığını gösteriyor. Örneğin, 2010’dan 2017’ye kadar olan Mayıs-Eylül ayları için Los Angeles’ta şiddet suçları, sıcaklığın yaklaşık 24°C ila 32°C olduğu günlerde, diğer günlere kıyasla yaklaşık yüzde 5,5 daha yüksekti. Araştırmacılar, daha sıcak günlerde bile şiddet suçlarının neredeyse yüzde 10 daha yüksek olduğunu buldu.
Isının etkileyebileceği başka alanlar var mı?
Isı ve insan davranışı arasındaki ilişki şiddetin çok ötesine uzanır. Sıcak okul binalarında sınava giren öğrencileri düşünün. UCLA ekonomisti Park, 1999’dan 2011’e yaklaşık 1 milyon öğrencinin ve yaklaşık 4,5 milyon sınavın puanlarına baktı. Mart 2020’de İnsan Kaynakları Dergisi’nde yayınlanan bu analiz, sınava yaklaşık 32°C’lik bir günde giren öğrencilerin yüzde 10 daha az olduğunu raporluyor.
Park ve meslektaşları, sıcak havaların ülke genelinde öğrencilerin performansını nasıl etkileyebileceğini de inceledi. Bu kez, Ekim ayında lise öğrencilerine uygulanan, üniversiteye hazır olmayı ölçen ve burslara giden bir yol sağlayan standart bir sınav olan PSAT’a odaklandılar. Ekip, 1998’den 2012’ye kadar en az iki kez sınava giren yaklaşık 10 milyon öğrenciden alınan 21 milyon puanı değerlendirdi. Bu şekilde, araştırmacılar öğrencilerin kendilerine göre nasıl performans gösterdiğini karşılaştırabildiler. Ekip ayrıca sınav puanlarını ülke genelindeki yaklaşık 3.000 hava istasyonundan alınan günlük sıcaklık verileriyle ve ayrıca her öğrencinin klimaya erişimiyle ilgili bilgilerle ilişkilendirdi.
Öğrenci puanları, genellikle sınava ilk girdikleri zaman ile ikinci arasında yükselir. Ancak araştırmacıların Mayıs 2020 American Economic Journal: Economic Policy’de bildirdiğine göre, araştırmacılar bu artışı hesaba kattığında bile, kliması olmayan okullardaki öğrenciler beklenenden daha düşük puan aldılar . Dahası, Siyah ve Hispanik öğrencilerin okula gitme ve daha sıcak binalarda test yapma olasılıkları beyaz meslektaşlarına göre daha yüksekti ve araştırmacılar, ortaya çıkan sıcaklık farklılıklarının PSAT’ın ırksal başarı farkının yüzde 3 ila 7’sini açıkladığını tahmin ediyor.
Bu tür bir performans düşüşü sadece akademik ortamlarda olmaz; iş gücüne de uzanır. Araştırmacılar, Journal of Political Economy’deki tahminlerine göre, sıcaklıklar 35°C’nin üzerine çıktığında, Hindistan’da bir fabrikada günlük ortalama dokuma üretiminin yaklaşık yüzde 2 ve giysi dikiminin 30°C’nin altındaki günlere kıyasla yüzde 8’e kadar düştüğünü raporladılar. Araştırmacıların hesaplamaları, ortalama günlük sıcaklıkların mevcut koşullara göre 1 derece artması durumunda ortalama yıllık üretimin yüzde 2,1 azalacağını gösteriyor. Bu durum yıllık gayri safi yurtiçi hasıla veya bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin değerini yüzde 3 oranında düşürecektir.
Yüksek sıcaklıklarda bina soğutma tasarımları nasıl şekillenmeli?
Yüksek ısının yükü genellikle bir ülkenin en yoksul sakinleri tarafından yüklenilir. Örneğin, bağımsız bir iklim bilimi araştırma ve iletişim kuruluşu olan Climate Central’ın temmuz ayı raporuna göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde ayrımcı konut politikalarının bir mirası olarak yoksul insanların genellikle bir şehrin en sıcak bölgelerinde yaşıyorlar. “Kentsel ısı adaları” olarak adlandırılan bu yoğun ısı ceplerinde, öğleden sonra sıcaklıkları, dış bölgelere göre 8- 11°C yükselebiliyor. Tabii bu etkiler, kalabalık, sınırlı yeşil alan, az gölge ve ısıyı yansıtmak yerine emen çok sayıda asfalt yol ve yüzey nedeniyle yoksul mahallelerde kendini daha olumsuz gösterme eğilimindedir.
Benzer şekilde, yoğun ısıyı Los Angeles’taki şiddetli suç artışlarıyla ilişkilendiren bu çalışmada, araştırmacılar güçlü coğrafi farklılıklar buldular. “Beverly Hills, o günlerin hiçbirinde çok fazla şiddet içeren suç işlemedi. Ancak Los Angeles’taki en yoksul topluluklarda, ısı ve şiddet arasında daha büyük bir ilişki görüyorsunuz” diyor Los Angeles’taki Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden çevre ekonomisti Matthew Kahn. Kahn, daha zengin şehir sakinleriyle karşılaştırıldığında, Los Angeles’taki yoksul insanların daha az alana ve çok daha az klima ünitesine sahip olduğunu ekliyor.
Kahn, bu eşitsizlikler göz önüne alındığında en basit seçeneğin herkese klima sağlamak olduğunu söylüyor. Ancak binaları soğutmak bedava olmaktan çok uzak. 2020 Birleşmiş Milletler raporuna göre, başta klimalar olmak üzere soğutma ekipmanları, 2018’de dünyanın toplam elektrik talebinin yaklaşık yüzde 17’sini oluşturdu. Tahminler, yalnızca gelişmekte olan ekonomilerde klima kullanımının 2100 yılına kadar 33 kat daha fazla enerji tüketimine yol açacağını gösteriyor. Ve şu anda, bu enerjinin çoğu yenilenemeyen kaynaklardan, özellikle petrol, kömür ve gazdan geliyor, dolayısıyla bu talebi karşılıyor. Bu durum bir çözüm olmaktan çok küresel ısınmaya katkı sağlayacak bir etki yaratacağından, içine düştüğümüz iklimsel çıkmazın büyümesine yol açar.
Peki klimaya alternatif var mı? Yapılan araştırmalara göre şehirlerdeki ağaç örtüsünü korumak veya artırmak ve güneş ışığını yansıtan “serin” yapı malzemeleri kullanmak da dahil olmak üzere daha iyi soğutma seçeneklerinin mevcut olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle ortam sıcaklıklarını azaltabileceğimiz kentsel planlama mekanizmalarının var olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Sonuç olarak artan sıcaklıklar insan psikolojisinden biyolojik çeşitliliğe ve nihai olarak dünya gezegeninin sağlığına direkt etki ediyor. Araştırmacılar bu konudaki uzun vadeli çözümün enerji şebekelerini yeşile çevirme çabalarını hızlandırmak olduğunu ve bireysel anlamda da verilebilecek tüm anlamlı çabanın verilmesi gerektiğini söylüyor. Maalesef iklim krizinde olabilecekleri konuşmaktan olanları irdelemeye geçtiğimiz bir döneme girdiğimizin farkında olmamız gereken günlerdeyiz.