We-Flytour-GM-Banner-Animation
We-Flytour-GM-Banner-Animation
Anasayfa Güncel NASIL BİR YÖNETİCİSİN! YETKİLİ AMA ETKİSİZ Mİ?

NASIL BİR YÖNETİCİSİN! YETKİLİ AMA ETKİSİZ Mİ?

GM TURİZM VE YÖNETİM DERGİSİ

YETKİLİ AMA ETKİSİZ MİSİNİZ?

Ya etkisiz, ya da ahlaktan yoksunlar. Ne pahasına olursa olsun hemen sonuç almak isterler. Takım ruhuna önem vermedikleri için kurumlarına vakit kaybettirirler. Evet, kötü liderlerden bahsediyoruz. İşte kötü lider tipleri ve onlarla baş etmenin yolları…

 Follow-the-Leader

KÖTÜ LİDERLERE KİM DUR DİYECEK?

 Toplumların birbirleriyle sürekli toprak yüzünden savaştıkları dönemlerde bir topluluğun cengâver lidere sahip olması başarılı sonuçlar almasını sağlıyordu.

Liderin kaba kuvvete dayanan gücü ve acımasızlığı bir taraftan kendi tabası içinde itaati sağlarken diğer taraftan kulaktan kulağa yayılan bir efsaneye dönüşüp diğer toplumlar üzerine de korku salıyordu.

İçinde yaşadığımız çağda akıl ve yaratıcılık servet yaratır. Artık kaba kuvvete dayanan liderlik devrinin bitmesine rağmen en ileri toplumlarda bile zorbalığın kökü kazınmadı maalesef. Bu tür liderler toplumun her kesiminde olduğu gibi şirketlerde de karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Zaman Kaba Kuvvet Zamanı Değil.

Aslında hepimizin içindeki “karanlık taraf” bu tür liderlerde o kadar baskın ki biz onlardan sadece kötülük görüyoruz. (Jung). Oysa daha iyi bir dünya yaratmak için daha kötü liderlere değil daha iyi ve daha etkili liderlere ihtiyacımız var.

 Eğer kötü liderler hayatımızın bir parçasıysa onları da yakından tanımamız gerekiyor ki kendimizi onlardan koruyabilelim ve kendi üzerimize düşen sorumluluğu üstlenelim.

 Harvard Üniversitesi profesörlerinden Barbara Kellerman liderlik üzerine yaptığı çalışmalarda liderlerin neden ve nasıl kötü olduklarını anlamanın tüm toplumlara ışık tuttuğunu söyler. İyi liderliği yaratmanın yolu, kötü liderliği yok saymak ya da kabullenmek değil aksine kötülüğü anlamaktır. Tıpkı hastalıklarla mücadele ederken yaptığımız gibi hastalığı tedavi edebilmemiz için önce onu iyi tanımamız gerekir.

 İnsanların neden kötü olabileceği üzerine genetikten tutun da sosyal-psikolojiye, eğitime kadar uzanan sayısız görüş ve tartışma var. Ben kötülüğün nedenlerini önemsemekle birlikte kötülük karşısında nasıl davrandığımızın daha da önemli olduğunu düşünüyorum.

 Barbara Kellerman kötü liderliği, “etkisiz olmak” ve “ahlaktan yoksunluk” olarak iki gruba ayırır. Tüm kötü liderlerin bu iki guruptan birine bazen de ikisine birden girdiğini söyler. Kötü liderler yetersiz nitelikleri, bilgisizlikleri, kötü stratejileri ve taktikleriyle olaylar karşısında hep eksik, hep geride, hep yenik durumdadırlar. Sevgi, vicdan, kendine güven, açıklık gibi özelliklerinden yoksun oldukları için iletişim kurma, ikna etme, ilham verme ve tutarlılık gösterme gibi becerilerden de yoksundurlar.

Kötü liderler sabırsızdırlar. İnsanların da doğa yasalarına tabi olduğunu bilmezler. Bir ağacın önce tohum, sonra fide, sonra ağaç olduğunu anlamak istemezler. İnsanların öğrenmelerine, eğitilmelerine tahammülleri yoktur, her ne pahasına olursa olsun hemen sonuç almak isterler.

Oysa gerçek liderlik her ne pahasına olursa olsun hedefe ulaşmak değil, bu hedefe giderken ahlaklı ve vicdanlı yollardan gitmeyi de gerektirir. Bir lider koşullar kendi lehine olmasa da hedefine ulaşmak için yeni yollar açabildiği, amaçladığı değişimi sağlayıp sonuç alabildiği ölçüde etkin olur.

 Etkisiz bir lider kuruma da topluma da zaman kaybettirir. Sonuç alamayan yetersiz bir lider kaynakları heba eder. Kellerman’a göre kötü liderler duygusal zekâdan yoksun, anlayışsız, belirsizlik ve stres karşısında yetersizdirler.

Kötü liderler, sahip oldukları gücü nasıl denetleyeceklerini, nasıl kullanacaklarını tam olarak kestiremezler. Ellerindeki gücü şirketin yararı için kullanacakları yerde kendi kişisel çıkarları için kullanırlar.

 Ben gerçek liderliğin temelinde çok sağlam bir ahlak anlayışı olması gerektiğine inanıyorum. Bana göre tutarlı bir karakter sahibi olmak liderliğin ön koşuludur. Ayrıca gerçek liderlerin çevrelerine örnek davranışlar aşılaması gerektiğine inanıyorum. Hem şirketlerde hem toplumlarda “değerlere dayalı bir kültürün” sadece kanunlar ve cezalarla değil, ancak ahlaki davranış biçiminin yüceltilmesiyle yaratılabileceğine inanıyorum.

Elbette doğrusu her topluluğun her bireyinin ahlaklı olmasıdır; ama gücü elinde tutanın “ahlaksızlığı” hiç şüphesiz sıradan bir insanın ahlaksızlığının etkisine kıyasla çok daha büyüktür.

 Bugüne kadar liderliğin değişik yönleri hakkında sayısız teoriler ve yaklaşımlar geliştirildi. Bunlar çerçevesinde genç lider adaylarına kendilerini nasıl geliştireceklerine dair sayısız eğitim yöntemleri oluşturuldu. Ancak ben liderliğin ahlaki (moral) boyutuna aynı ilgiyi göstermediğimiz hatta bu boyutu ihmal ettiğimiz düşüncesindeyim.

Liderlik toplumdan topluma, örgütten örgüte, gruptan gruba, görevden göreve değişik kişilik özellikleri gerektirir; ama bence liderliğin her türlüsünün ortak paydası etkili ve ahlaklı olmaktır.

 Barbara Kellerman kötü liderleri beş farklı gruba ayırır, altıncı grup ise Michael Maccoby’e aittir.

1- Kayıtsızlar: Temelde umursamaz ve kayıtsız davranışlar gösteren, etrafında gelişen kötülüklere göz yuman bu liderler, aslında bire bir kötülüğe bulaşmış olmasalar bile birçok kötülüğe izin vermiş olurlar. Etraflarında bir kayıtsızlık kültürü yaratırlar.

 2- Duyarsızlar: Birlikte çalıştıkları kişilerin duygu ve ihtiyaçlarına karşı duygusuz davranırlar; kendi kabalıklarından ötürü ortaya çıkan durumları yok sayarlar. Böylelikle çalışma ortamının havasının kirlenmesine göz yumarlar. Sizin İşyerinizin Havasını Kim Zehirliyor?

 3- Bağnazlar: Başkalarının fikirlerine, yeni bilgilere kapalı; kendi bildiklerinden şaşmayan, dediğim dedik, kimseye söz hakkı tanımayan, insanların hevesini kıran, inatçı tiplerdir. Bağnazlıklarıyla çalışma ortamına yeni bir soluk, yeni bir nefes gelmesini engellerler.

4- Taşkınlar: Duygularını, sinirlerini, coşkularını, dürtülerini denetleyemeyen; gelişen olaylara soğukkanlı müdahale edemeyen sürekli bir kriz, panik ve telaş ortamı yaratarak işlerin yapılmasına bile engel olanlar.

5- Sadistler: Eziyeti iktidarının bir parçası haline getirmiş, etrafındakileri sürekli olarak sosyal, duygusal olarak taciz eden sadist liderler. Ne kadar yetkin ve etkili olurlarsa olsunlar, şeytani özelliklerinden dolayı etraflarına zarar verirler. Bu liderler en kısa sürede, en az emekle en fazla güce ulaşmak ve sonra sahip oldukları bu gücü daha da artırmak isterler.

6- Narsistler: Kendilerini herkesten üstün görüp aynı zamanda sürekli olarak bunu kanıtlama ihtiyacı duyarlar. Etrafındakilerin hep kendilerine iltifat etmesini, övmesini isterler. “Ne kadar büyük”, “ne kadar üstün” olduklarını duymak isterler. Onlara bu “gıdayı” vermeyenleri çevrelerinde barındırmak istemezler. Eleştiriye tahammülleri yoktur. Kendileri ya da fikirleri hakkında olumsuz bir şey duymak asla istemezler. Daha da ötesi en ufak bir eleştiride saldırgan-düşmanca bir tavır içine girerler. ( Narsisler, Michael Maccoby’in tanımlamasıdır.)

Pek çok insan kötü liderlik karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor. Kimileri kendine güvensizlikten, kimileri işini kaybetme korkusundan yapıyor bunu. Pek azımız kötü lidere baş kaldıracak, müdahale edecek cesaretli kararlar alıp uygulayabiliyoruz.

 Hâlbuki mazereti ne olursa olsun kötülüğe göz yuman herkes bu kötülükte sorumluluk sahibidir. Ben boyumuz ne kadar kısa olursa olsun rütbemiz ne kadar küçük olursa olsun içinde bulunduğumuz ortamdaki kötü liderlere karşı koymanın bir yolunu bulabileceğimiz düşüncesindeyim. En azından bu tür liderlerle işbirliği yapmayarak onları cesaretlendirmeyerek bir adım atabileceğimizi düşünüyorum. Ben herkesin kendince fark yaratabilme gücüne sahip olduğuna inanıyorum. Bu fikri hayata geçirmek için çaba gösteriyorum.

Herkes Fark Yaratabilir

 Kötülüğü tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmayabilir ama kötü liderlikle, kendi çapımızda, mücadele edebiliriz.

 Ben “Başarı elde edilsin de nasıl elde delirse edilsin.” düşüncesine karşı çıkmadığımız sürece kötülükle yaşamak zorunda kalacağımızı düşünüyorum. Bu sebeple de “değer odaklı” yönetim anlayışını çok önemli buluyorum.

Bir şirketin (ve toplumun) kaderini değiştirme sorumluluğu onu yönetenler kadar orada yaşayanlara da aittir.

 Bu anlayışı hayata geçirmek için herbirimizin sorumluluk alması gerekir. Eğer olayların gidişatına etki edecek gücümüz olduğuna inanıyorsak hemen bugün kendi görüşümüzü seslendirmeliyiz. Kendimiz gibi olmalıyız.

Aksi takdirde ileride başımıza gelecek hoşumuza gitmeyen durumlardan şikayet etmeye hiç hakkımız olmayacak.

Yazar: Temel Aksoy    Kaynak: http://www.temelaksoy.com

Yorum Yaz

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.