K.ÜNSAL BARIŞ YAZDI:
Birinci ve ikinci dünya savaşlarından perişan çıkan dünya ülkeleri ve halkları, hiç unutamayacakları, büyük bir ders aldılar. Bazı ülkelerin ne kadar kolay harabeye döndürüldüğünü, ülke insanlarının ne kadar kolay ve acımasızca öldürüldüklerini, hayatta kalanların ise nasıl eziyet, sefalet ve yokluk çektiklerini gördüler, öğrendiler ve yaşadılar.
Soğuk savaş yılları
Akabinde soğuk savaş çıktı. Dünya iki blok’a ayrıldı. Doğu blok’u ülkeleri ile batı blok’u ülkeleri 47 yıl birbirlerine düşman yaşadılar, birbirlerini tehdit ettiler, birbirleri arasında başlayan silahlanma yarışı, nükleer silahlanma yarışına kadar gitti. Dünya bir nükleer savaşın eşiğine kadar geldi. Bloklar arasında insan trafiğini, ticaret trafiğini bir yana bırakın, diplomatik ziyaretler dahi çok sınırlı idi. Hatta doğu blok’u ülkeleri insanlarının kendi ülkeleri içindeki hareketleri dahi sınırlanmıştı.
Doğu bloğunun çöküşü
1991 yılında yapılan körfez savaşı, doğu blok’u ile batı blok’u arasındaki teknolojik üstünlük farkını açık bir şekilde ortaya koydu.Zaten ekonomik sıkıntılar içinde olan, yenilik ve değişim arayışı içinde olan doğu blok’u lideri SSCB’nin 1991 yılında çökmesi ve dağılması ile soğuk savaş da sona ermiş oldu.Soğuk savaşın sona ermesi, savaşlardan, kütle ölümlerinden, yoksulluk ve eziyetten bunalan batı ve doğu blok’u halklarında büyük bir rahatlama yarattı.
Refah payının yükselmesi
İkinci dünya savaşı sonrası, ekonomik, sosyal, sanayi ve teknolojide hızla ilerleyen bazı ülkeler, ulaştıkları refah ve zenginliği halklarına da yansıttılar. Refah pastasından paylarını alan gelişmiş ülke halkları, evlerini teknolojik araç ve gereçlerle donatırken, kapılarının önünü de boş bırakmayıp, birer otomobil sahibi oldular.Biz Türkler de olduğu gibi, yarın endişesi ve gelecek korkusu olmayan, gelecekleri sosyal güvence sistemi ile güvence altına alınmış gelişmiş ülke halkları, bizde olduğu gibi tüm ekonomik birikimlerini gayrimenkul sahibi olmada kullanmayıp, paralarını diğer dünya ülkelerini tanıma, görme, dinlenme, kültürlerini genişletme yolunda kullanmayı tercih etmeleri, turizm hareketini başlatmış oldu.
Turizmin emeklediği yıllar
1970 yılı başlarında ülkemizde parmakla sayılabilir sayıda 5 yıldızlı otel vardı. Akdeniz bölgesinde tek bir 5 yıldızlı otel yoktu. İstanbul da, Hilton, Divan, Çınar ve Büyük Tarabya otelleri vardı. Koca Ege bölgesinde yalnızca Büyük Efes oteli vardı. Ankara da, Büyük Ankara oteli vardı. Türkiye’deki yatak sayımızı diğer Akdeniz ülkeleri ile kıyaslayamayacak kadar cılız durumda idik. Ülkemiz, 5 yıldızlı otellerinin yatak sayısını komşumuz Yunanistan’ın yüzlerce adasından birisi olan cüce Rodos adası otelleri yatak sayısı ile mukayese ettiğimiz zaman, koca Türkiye’nin 5 yıldızlı oteller yatak sayısı, cüce Rodos’un 5 yıldızlı oteller yatak sayısının ancak onda biri kadardı. Bu realiteye tüm turizm mensupları olarak yıllarca çok hayıfladığımızı hatırlıyorum. Bu ayrıntıyı özellikle belirtiyorum ki, genç turizmciler nereden nereye geldiğimizi iyi anlasınlar.
Otel yöneticileri
O tarihlerde 5 yıldızlı otellerimizi yönetecek Türkiye vatandaşı yönetici adayı da yoktu. Yukarıda sıraladığım tüm 5 yıldızlı oteller batılı otel yöneticileri tarafından yönetiliyordu.
Bu gün Türkiye de sahip olduğumuz 5 yıldızlı otel sayısını, oda ve yatak kapasitesini düşünürsek, ulaştığımız aşamayı da iyi anlarsınız. Ayrıca, iftihar edebileceğimiz diğer bir husus da, sahip olduğumuz otel yöneticisi sayısıdır. Tabii, gerçek anlamda, işinin uzmanı, vizyon sahibi yönetici sayımız yeterli değil ama yine de geldiğimiz nokta sevindirici ve gelecek için ümit vericidir. Artık yurt dışında bazı 5 yıldızlı otellerin başında Türk yöneticiler de var. Bazı yabancı zincirler Türkiye’de ilan vererek, yönetim kadroları aramaktalar. Bu konuda Türkiye de faaliyette olan beyin avcısı (Brain-hunter) bazı firmalar etkinlik bile gösteriyorlar. Günümüz 5 yıldızlı otel sahipleri, artık yöneticilerini farklı adaylar arasından seçebilme rahatlığı içindeler.Hatta öyle ki, bazı ilanlarda görüyorum, ilanın altına not düşüp; “Ücret isteğinizi de belirtiniz” diyebiliyorlar. Sanki otellerinin yönetimini ihale usulü ile en düşük ücret isteyen bir adaya verme eğilimi içinde gibiler. Bu tam anlamı ile oryantal bir eğilimdir. Bunda biraz şark kurnazlığını hissediyorum. Eğer zahmet edip de yurt dışındaki gazete ilanlarını inceleseler, ilanı veren firmanın, öncelikle kendi otelleri konusunda okuyucuları yeterince bilgilendirdiklerini, aranan yöneticide olmasını istedikleri kriterleri, görev tanımlamasını da sıraladıktan sonra, kendilerinin yönetici adayına ne gibi olanaklar sunduklarını da okuyacaklardır.
İşsizliğin boyutları
Bazı kaynaklardan aldığım duyumlara göre, bir otelin GM kadrosu için verilen bir ilana 500 den fazla aday başvuruyormuş. Ben 500’ünün de gerçek GM adayı ve otel yöneticisi olduklarını sanmıyorum ama en azından yüzde bir oranda gerçek GM adayının başvurduğunu varsaysak, bu da 500 aday arasında 5 gerçek GM eder.Bir GM ilanına 500 kişi başvurursa, yeni açılan bir otele yapılan yönetici ve personel başvuru sayısını da siz düşünün. Bu sayı bana ülkemizdeki işsizler ile bir işi olup da mutsuz olup, yeni işyeri arayan insanların sayısı konusunda bir fikir veriyor.
Pazarlama, kalite ve hizmet konsepti değişti
Beni endişelendiren, ülkemiz 5 yıldızlı otellerinin çoğunda işletme kalitelerinin, hizmet kalitelerinin, pazarlama fiyatlarının, yönetici ve personel maaşlarının, çalışma koşullarının düşük olmalarıdır. 5 Yıldızlı oteller bu durumda olursa diğer yıldızlı otelleri de siz düşünün.
Bu sorunlara çözüm arama ve getirme konusunda ne gelmiş geçmiş hükümetler kanadında ve nede otel ve otelci dernekleri kanadında samimi ve sonuca yönelik bir kıpırdanışın olmaması, gelecek açısından endişe vericidir.
Gemiler ve kaptanları
Çevremiz kaptandan geçilmiyor. Gemiyi karaya oturtmadan limana ulaştırana da kaptan diyorlar, gemi karaya oturduktan sonra da gemisini kurtarana da kaptan diyorlar, gemi karaya oturduktan sonra gemisini kurtaramayana da kaptan diyorlar. İzleyebildiğim ve anlayabildiğim kadarı ile gerek otel işletmecileri ve gerekse otel yöneticileri, “GEMİSİNİ KURTARAN KAPTANDIR” deyimine sarılarak, işletmelerini kurtarma (doldurma ve kazanma) çabası içindeler. Etkinliklerini bıçak kemiğe dayanıncaya kadar sürdürmeye kararlı gözüküyorlar. Kazanma hırsı, kurumlara ve insanoğluna bazen bir şeyler kazandırırken, birçok değerlerin yitirildiğini de öğretiyor.Takip edilen yanlış ilke bazı işletmelerimize bugün için zarar vermiyor gibi gözükebilir. Gemimizi de kurtarıyor olabiliriz. Ancak konu Türkiye genelinde düşünülür ve Türkiye turizminin kalitesi bir gün tartışılır duruma düşerse, bu durumdan bugün gemisini kurtarabilen kaptanlar da zarar görecektir. Takip edilen yanlış ilke yüzünden bir gün, ülkemizi birinci lig otelciliğe yükselteceğiz derken, kendimizi üçüncü lig’de de bulabiliriz.
1 yorum
Bütünsel yaklaşımla verdiğiniz stratejik dersler çok yerinde Sn.Barış! Katkı olarak turizmde çok nefis bir “örnek olay” açılımı yapmakta yarar var. TÜRSAB 41 yıllık Turizm STK’sı olarak Ülkesel Pazarlama yapmak göreviyle devrede olan 8 Bin Acentenin Birliği dev bir kurumdur. Bugün ülkenin en büyük sorunu Arz-Talep dengesizliği olması ve “yatırımlar dursun” kampanyası açılmasına rağmen, Talep-Pazarlama yönü hiç gündeme gelmiyor! 15 Yıllık TÜRSAB Başkanı Sn.Ulusoy ise, Ülke koşullarında gemisini yürütebilen “en başarılı başgan” değil midir?