Gezmeyi çok seviyorum. Zaten kim sevmez ki? Bugüne kadar 55 ülke gezdim. Yeryüzünde yer alan 200 kadar ülkenin hepsini görme şansım olamayacaksa da, en azından yarısını gezmeye talibim. Avrupa ülkeleri beni artık pek cezbetmiyor. Neredeyse hepsi birbirine benziyor. Afrika kıtası ise beni her bir kaç yılda bir kendisine çekiyor.
Atalarım oralardan mı gelmiş, artık bilemiyorum?
Gezdiğim ülkelerin içinde doğa yürüyüşleri, ormanlar, bozulmamış, güler yüzlü insanlar, ah hele bir yerinde hayvan gözlemi de olursa tadından yenmiyor.
Fas, Kenya, Tanzanya, Mısır ve Madagaskar’dan sonra bu kez sırada Ruanda vardı.
Bu ülke hakkında bir çok insan gibi, benim de aklımda yarım yamalak bilgiler uçuşuyordu.
Şimdi bu gezi öncesi ve gezi sırasında aldığım notları paylaşmak isterim;
DAĞ TAŞ SALATA MALZEMESİ
Ruanda, denize kıyısı olmayan, bir tarım ürünleri cenneti.
Halkının yüzde doksanı tarım sektöründe çalışıyor.
Hem de günlük 8-10 saatlik bir emeğin karşılığında sadece 2-3 dolarlık bir yevmiye için.
Kısacası Rvanda yoksul bir ülke.
Daracık bir toprak parçasına 13 milyon Ruandalı sıkışıp kalmış.
Komşuları, kuzeyde Uganda, güneyde Burundi, doğuda Tanzanya, batıda da Demokratik (ne kadar demokratik oldukları bir hayli tartışılır) Kongo.
Ana dilleri Kinyarwanda.
Bu dilin Afrika’da yaygın konuşulan Swahili dili ile bir benzerliği yokmuş.
Başkentleri 1.2 milyon nüfusu ile Kigali.
Afrika deyince aklınıza sıcak bir ülke gelmesin.
Bin tepeli ülke diye tanınıyor, Haziran ayının ortasında bile geceler bir hayli soğuktu.
Ülkenin en alçak noktasındaki rakım bile 950 metre.
En yüksek dağı Karisimbi ise 4507 metre.
Başkent Kigali’de yıllık sıcaklıklar 12-27 derece arasında değişiyor.
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ VE KURTUN HİKAYESİ GİBİ..
Avrupalı ülkeler, başta Belçika ve Fransa olmak üzere Afrika’nın da baş belası olmuşlar.
“Bakın size ne güzel medeniyet getiriyoruz” sosuyla, tüm kıtanın kaynaklarını sömürmüşler, sömürmeye de devam ediyorlar.
İspanyol ve Portekizliler Güney Amerika’yı ne kadar sömürmüşlerse, Fransız ve Belçikalılar da Afrika’ya o oranda çökmüşler.
Kiliseler kurmuşlar, halkın yüzde yetmiş beşini Hıristiyan yapmışlar.
Yedi yıl önce aramızdan ayrılan Süleyman Demirel’in özlü sözlerinden biri de, “Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurtulmaz” idi.
Tabi ki günümüzden 100 yıl kadar öncesini, bugünün şartları ile karşılaştırıp sonuç aramak abesle iştigal gibi görünebilir.
Ama bal gibi sömürmüşler işte.
Önce 1885-1919 yılları arasında Almanya, daha sonra da 1961’e kadar Belçika.
O dönemin Rvanda krallarına çakma saraylarla konfor vermişler, onları kukla idareciler haline getirmişler, sonrasında da istedikleri gibi at koşturmuşlar.
Derken 1962’de Rvanda bağımsızlığını kazanmış.
BAĞIMSIZLIK GÖMLEĞİ SANKİ BİR HAYLİ BOL GELMİŞ GİBİ
“Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış” diye bir hayli ırkçılık kokan bir özdeyiş vardır ya hani.
Benzeri Rvanda’da da yaşanmış.
Cumhuriyeti nerelerinden anladılarsa artık, bağımsızlıklarından kısa bir süre sonra, sancıları hala süren bir kardeş savaşı yaşamışlar.
Fiziki olarak daha kısa boylu ve daha kara derili olan ve nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Hutular, onlara oranla daha ince ve uzun olan azınlıktaki Tutsiler’i hamam böcekleri olarak niteleyip hepsini toptan olarak ortadan kaldırmaya karar vermişler.
7 Nisan-15 Temmuz 1994 tarihleri arasındaki 100 günde Hutular, Tutsileri palalarla keserek, silahlarla vurarak öldürmüşler.
Demokrasinin baş öğretmeni Fransızlar da Hutulara, “Tutsiler nasıl daha iyi öldürülür” eğitimleri vermişler, para desteğinde bulunmuşlar.
Fransa’da yaşayan Hutu kökenli bir işadamı binlerce pala imal edip Ruanda’ya yollamış.
Sadece 100 gün içinde sekiz yüz bin ile bir milyon arasında Tutsi, ya katledilmiş ya da ortadan kaybolmuş.
Binlercesinin cesetleri nehirlere, göllere atılmış.
Halkın acısı henüz taze, her yıl o göllere çiçekler atıyorlar.
Tüm dünya da ya bundan habersizmiş ya da duymazdan gelmiş.
Tıpkı bugün Ukrayna’da yaşandığı gibi.
Bu ahmakça katliamı sadece Fransızlar’a fatura etmek doğru olmaz tabi.
Hepimizin içinde iyilik de kötülük de var zaten.
Onlar, içlerindeki kötülükleri beslemişler ve komşularını hatta eşlerini, çocuklarını katletmişler, ya da bu cinayetlere göz yummuşlar.
Sonrasında katliam sanıkları komşu ülkelere ya da daha uzaklara kaçmışlar.
Yıllardır, tıpkı Nazi suçluların Güney Amerika’da arandıkları gibi, Rvandalılar da katliam katillerini arayıp yargı önüne çıkarmaya çalışıyorlar.
Sular henüz tam anlamıyla da durulmuş değil.
Biz Musanze dağlarını gezerken, fonda Kongo sınırından, ya da Kongo’nun içinden bomba sesleri geliyordu.
HOTEL RWANDA FİLMİ AZ KALSIN OSCAR KAZANIYORDU..
Benim bu olaylardan ilk kez haberim 2004 yapımı “Hotel Rwanda” filmi sayesinde olmuştu.
Kahraman bir otel müdürü, ölümü göze alarak 1268 kadar masum Tutsiyi otelinde saklayıp ölümden kurtarıyordu, falan..
Falan diyorum, çünkü filme ilham veren otel müdürü Paul Rusesabagina da katliam sorumlusu olarak 2020’de Dubai’de, Ruandalılar tarafından yakalanıp Ruanda’ya getirilerek hapse atıldı ve 25 yıl hapse mahkum oldu.
DİAN FOSSEY’E HAYRAN OLMAMAK ELDE DEĞİL
Ruanda’nın adını bir de ünlü Amerikalı maymun türleri araştırmacısı Dian Fossey’den duymuştuk.
Hani şu hayatını Dağ Gorilleri’ni tanımaya adayan kadın.
1932 doğumlu Fossey, 1966-1985 yılları arasında Musanze’deki Volcanoes Ulusal Parkı’nda, deniz seviyesinden üç bin metre kadar yükseklikteki bir dağda, tam 19 yıl boyunca dağ gorilleri ile birlikte yaşamış.
Kaçak avcılarla savaşmış, onların hayvanları yakalayıp hayvanat bahçelerine peşkeş çekmelerine, gorilleri vurup ellerini kül tablası olarak üç paraya satmalarına, filleri dişleri için avlamalarına karşı çıkmıştı.
27 Aralık 1985 tarihinde, muhtemelen yakın koruması ve ona destek olan bir kaç katil Dian Fossey’i palalarla evinde sabaha karşı katletmişler.
Fossey’i, 1988 yapımı “Sisteki Goriller” filminde Amerikalı film yıldızı Sigourney Weaver (1949) başarıyla temsil etmişti.
Doğa, Ruanda’ya bir hayli cömert davranmış.
Nefis bir doğaya, yağmur ormanlarına, 700 kadar kuş türüne ve zengin bir vahşi yaşama sahipler.
Ulusal park haline getirilen orman ve göllerinde; aslan, fil, zürafa, gergedan, leopar, zebra, çeşitli antiloplar ve bir çok maymun türü yaşıyor.
Göllerinde de, timsah, su aygırı ve farklı balık türleri var.
AKRABA ZİYARETİ YAPMADAN OLMAZDI TABİ..
Volcanoes Ulusal Parkı’na Dian Fossey’in yaşadığı dağlara da gittik.
Amacımız, o kibar devleri, Dağ Gorillerini kendi evlerinde görmekti.
Nitekim rehberlerimiz bizi bir buçuk saatlik zorlu, bol tırmanışlı bir yürüyüşün ardından sarp ormanın içinde onların yanına götürdü.
Beş metre ötemizde, sanki biz yokmuşuz gibi oturan, ciddi suratlı goril ailesini ilk gördüğüm anı hiç unutmayacağım.
Onların geçici oturma odalarına 1-2 saat kadar konuk olduk. (konukseverlikleri bir hayli tartışılır, çünkü bize bir bambu sapı bile ikram etmediler)
Bebek goriller ara sıra bizimle iletişime geçmeye çalışsalar da anneleri, “gel bakiim evladım buraya tüylerin yine pire dolmuş” der gibisinden onların bize yaklaşmalarına izin vermedi.
Ruanda dağlarında 20 kadar farklı goril ailesi yaşıyor.
Uganda ve Kongo dağlarında da bir miktar goril ailesi daha var.
Sıkı koruma programları sayesinde, dünyada nüfusları artan yegane maymun (primat) türüymüş dağ gorilleri.
Üç ülkedeki toplam nüfusları 1.100 kadarmış.
Bu gorillerin yaklaşık yarısı Ruanda’da yaşıyor.
Doğal ortamlarında 40 yıl kadar ömürleri var..
Erkeklerin sırt tüyleri 12 yaşından sonra beyazlaşıyor ve kendilerine “gümüş sırtlı” deniyor.
Onlar ailenin lideri.
Gorillerle biz %98 oranında benzeşiyoruz, yani onlar bir tür kuzenlerimiz. (şempanzelerin bizimle benzerlikleri ise %98 oranında)
Erkek goriller, 1.70 metrelik boyları ve 180 kiloluk ağırlıklarıyla, dünyanın en büyük, en güçlü hayvanlarından.
Uyumadıkları sürece neredeyse tüm gün yiyorlar.
Yaprak, kök gibi bitkiler onların temel besinlerinden.
Her gece farklı yerlere yuva yapıyorlar, yavrular anneleriyle birlikte uyuyor.
Birbirleriyle 16 farklı ses tonuyla iletişim kuruyorlar.
Genellikle, 10-15 bireyden oluşan aile grupları olarak yaşıyorlar.
Batı Afrika’da da goriller yaşıyor, ancak o konuya girmeyeyim artık.
Zaten yazı Ruanda’dan çok etkilendim diye pehlivan tefrikasına döndü bile..
NEREDEYSE SİNGAPUR KADAR TEMİZ BİR ÜLKE RUANDA
Kigali, Akagera, Nyungwe, Musanze derken sekiz günde büyük bir bölümünü gezdik bu güzel ülkenin.
Normal bir yılda 1.6 milyon turist geliyor Ruanda’ya ve bu trafik Ruanda’ya 500 milyon dolarlık bir gelir sağlıyor.
Daracık yollarında hatırı sayılır bir araç ve insan trafiği var.
Artık Hutu, Tutsi gibi ayrımcılığı çağrıştıran terimleri kullanmak yasak.
Tıpkı zenci sözcüğü gibi Hutu, Tutsi terimleri yasaklı.
Artık herkes Ruandalı.
Katliamın bir daha tekrarlanmaması için bir çok yere “Never Again” (bir daha asla) diye yazmışlar.
Yollarda sigara içmek, yemek yemek ayıp sayılıyor.
Onca yoksulluğa rağmen her yer pırıl pırıl.
İnsanları güler yüzlü, yardımsever.
Her ayın son Cumartesi günü devlet başkanı dahil çıkıp sokakları temizliyor.
Plastik poşet kullanmak yasak, denemesi hapis cezasına kadar gidebiliyor.
Parlamentolarında vekillerinin çoğu kadın.
Kadına kötü davranan, tokat atan kendisini anında hapiste buluyor.
Ah şu güzelim dünyayı testosteron fazlalıklı saldırgan erkekler yerine kadınlar yönetse, ne kadar daha huzur içinde yaşardık..
İmkanı olanlara Ruanda’yı görmelerini hararetle öneririm..
104