Milenyum Çağında Dünyada, İnsanda Gelişim, Turizm De Değişim Şart
Tecrübeli ve Başarılı Turizm profesyoneli Nevzat Çelebi ” Milenyum Çağında Dünyada, İnsanda Gelişim, Turizm De Değişim Şart” Başlıklı araştırma yazısını GM Turizm & Yönetim Dergisi okuyucular için kaleme aldı.
Milenyum çağının başlangıcında, tüm dünya insanını şaşkına çeviren ve çaresizce evlerine kapatan Covid 19 Corona Pandemisi, aslında bize çok şey söylüyor. Doğaya, tabiata verdiğimiz zararlar, yanı sıra kendimizden başka hiçbir canlıya değer vermememiz, hoyratça atılan gıda zaiyatı, doğaya ve canlılara zarar veren petrol türevi, zehirli kimyasal atıklar ve çöpler, ekolojik dengenin bozulmasıyla beraber gezegenimizde ki yaşam için ağır bedeller ortaya koyuyor.
Gelinen noktayı ve yaşananları tam ve doğru anlayabilmenin yolu, geçmişe yolculukla mümkün gözüküyor.
Aslında insanlığın geçmişi inanılmaz derin, çok bilgi ve farklı kültürler ile dolu.
(Pastacı amca pasta yapmayı nereden ve kimden öğrendi?) sorusu ve cevabı kadar basit.
“Dünü bilmeden bugünü anlamak mümkün değil.” Hayatımızda ki her şeyin oluştuğu ve günümüze ulaştığı gerçeği ile geçmişi, bilgiyi ve değerleri unutmamak, sahip çıkmak gerekiyor.
İnsanoğlu farklı yüzyıllarda, birçok çağ açmış ve kapatmış, her birimizin şaşkına döneceği süreçlerden geçmiş, araştırarak, deneyerek, öğrenerek, yaşayarak, yanıla, düzelte, yaparak hatta bozarak oluşturduğu değerler ile günümüzde ki yaşam biçimine, günümüz teknolojine, ilim ve bilimine ulaşmıştır. Geçmişe yapılacak içerikli keşif yolculukları için bakılması gereken birçok kaynak incelendiğinde, hemen, hemen her yüz yılda salgın hastalıklar yaşanmış. İnsanoğlu, tarımı, ekmeyi, dikmeyi bulup geliştirdiği gibi, farklı yüzyıllar da, yaşanan salgın hastalıklara aşıyı, hastalıklara ilacı da bulmuş. Demiri, çeliği, petrolü ve sanayileşmeyi başarmış. Günümüzde elektronik, dijital, uzay çağına ulaşmış olan İnsanoğlunun her dönem bulduğu bu değerler üzerinden nasıl üstünlük kazanarak tarihini yazıp, yazıp değiştirdiğini anlamak çok ta zor değil.
Kısaca; İnsanlık tarihini anlamak geçmişten günümüze temel yaşamı algılamak ile mümkün olabilir kanımca. Yüz yıllardır insanlık tarihinin seyrinde yaşanmış olan salgın hastalıklar, savaşlar, ülkelerin kurulması, icatlar, tarih ve seyri değiştiren tüm olaylar ile insanlık tarihinin nasıl değişip şekillendiğini anlarsak, günümüzde yaşadığımız Covid 19 Pandemisinin de nasıl çözüleceğini yeni normalin yaşam standart ve şartlarının nasıl olacağını, bu sürecin bizden aldıkları ve alacaklarının yanı sıra sonu itibariyle bizlere yenilik ve değişim anlamı ile neler katacağını da yaşayarak görüp öğreneceğiz. Bu tarihe ve yaşananlara şahit olacağız.
Öncelikle; Biraz geçmişe gidip, günümüz ile karşılaştırma yapmanın faydası olacağını düşünerek, medeniyetler, kültürler arasında ki fark ve kıtalar arası farkı fark etmek gerektiğini düşünüyorum. Bizim sektörümüz, ‘’turizm sektörü’’ birçok değerden beslenir. Bunların başında, kültürel miras, doğal güzellikler, tarihi geçmiş ve gastronomi çeşitliliği gelir ki bu değerlere sahip bölgeler her zaman büyük avantajlar ile oyunun liderliğine koşarlar. Bizim ülkemizde bunların fazlası mevcut. Akıl ile sahip olduğumuz değerlere bakarsak, refah ve medeniyetin zirvesinde varlık içinde yaşayan bir millet olmalıydık. Tanrının cenneti tohumu taşa atsan, taş filizlenir. Tarım alanı ve iklim olarak değerli topraklara sahibiz. Yeraltı zenginliğimiz yirmiden fazla maden var. İncil’deki yedi kilisenin yedisi de bizim ülkemizde. Meryem Ananın mezarı bu topraklarda, Nuh’un gemisinin karaya indiği topraklar bizim ülkemiz. Mezopotamya’nın yanı, Göbekli tepe, Hitit, Bizans, Selçuklu tarihi fışkırıyor. Saymakla bitmeyecek tarih ve kültürün bir arada olduğu Dünyanın en büyük açık hava müzesi denilebilecek topraklar bizim memleketimiz. Yetmezse üç yanı deniz. Turizmin değerli kabul ettiği birçok şeye hatta fazlasına sahibiz.
İklim olarak dört mevsimin her yönüyle yaşandığı, kar, yağmur, güneş, hepsine sahibiz.
Diğer yandan; Dünyada gerek nitelik, gerek kapasitel anlamda en donanımlı ve kaliteli konaklama tesislerine sahibiz. Ekonomik olarak fakir kalmamız imkansızken, halkın yarısı açlık sınırında. İnsanlarımız işsiz, gençlerimiz işsiz ve gelecek kaygısıyla boğuşuyorlar.
Bunun sebebi de, ortada; Cehalet, İhanet ve Sahiplenmeme.
Medeniyetler ve Kültürler Arası Fark:
Kültür ile medeniyet, aralarında karşılıklı ve sürekli ilişkiler bulunmakla birlikte, aslında birbirinden farklı değerlerdir. Medeniyet, milletlere ait bazı kültür değerlerinin, birçok millet tarafından benimsenerek ortak duruma gelmiş bütününe verilen bir isimken, kültür yaşanan, medeniyet öğrenilen bir değerdir. Medeniyete ait öğrenilen her değer hayata aktarıldığında kültür haline gelir. Kültür, toplumu; medeniyet, bireyi öne çıkarır.
Kültür kimi zaman akıl dışı olabilir. Medeniyet ise daima aklı rehber edinir. Kültür bazı durumlarda sert ve kıyıcı olabilir. Medeniyet ise her durumda anlayışlı ve hoşgörülüdür.
Kültür, milli, medeniyet, milletler arası bir değerdir. Medeniyet aklı ve bilimi öncelik ve rehber edindiği için sürekli bir gelişim halindedir. Bu nedenle medeni toplumlar modern toplumları oluşturur. Kültürel olarak köklü geçmişe sahip olsalar bile, medeni olmayan toplumların gelişimi oldukça durağan, hatta geriye bile gidebilir. Çok köklü bir kültürel geçmişe sahip olsalar bile arap ülkelerinin günümüz dünyasındaki durumu bu farkı çok güzel özetliyor.
Bu nedenle, kültürlü ve medeni toplumların yaşadığı turizm bölgelerinde çok farklı uluslararası değerler oluşur. O bölgenin insanı da bu faaliyetlerden çok ciddi kazançlar sağlar. Turizm bölgelerinde ki faaliyetlerden elde edilen kazanç sadece para değildir. İnsancıl barış, huzur ve güven içinde bir yaşam, kültürel alış veriş ve dostluk, anlama ve anlaşılabilme ortamı ki bunlar doğru kullanıldığında, hiçbir paranın ve gücün satın alamayacağı değerleri oluşturur.
Kıtalar Arası Fark:
Hepimizin de bildiği üzere, insanlar karınları doymadan yaşayamaz, çoğalamaz, düşünemez. İnsanların düşünebilmesi için önce temel ihtiyaçlarını gidermesi gerekir. İnsanoğlu doğası gereği, her zaman gizemin peşinden gidip merakını doyurmak istemiştir. Dünya tarihinde, kıtalararası farkın temelinde birincil derecede bitkilerin evcilleştirmesi, ardından da hayvanların evcilleştirilmesi yatıyor. Bizim kültürümüzde kutsal sayılan ekmek bu nedenle bulunduğu konuma ve değere kavuşuyor sanırım. Buna bağlı olarak, tarım gelişmiş ve yine buna bağlı olarak karınlarını doyuran insanlar çoğalarak siyasi bir oluşum içine girmişler. Bu oluşum sonrasında ise medeniyetler doğmuş ve düşünceye zaman kaldığı için teknoloji gelişmiş. İlim ve bilim alanlarına ihtiyaç ile bu alanlar oluşmuş ve gelişerek günümüzde ki yerine ulaşmıştır. İnsanların her birisinin yaşadığı dönemlerde, bulunduğu coğrafya, içerisinde olduğu yaşam koşulları ve şartlar, bulunduğu bölgenin yaşam kültürü, ellerinde ki imkanlar ve değerler gibi bir çok etken faktör kaderlerini, gelişmişliklerini ve geleceklerini, kesinlikle coğrafi faktörler belirliyor. Bu durum; Dünya’ya bakış açısını çok anlamlandırılamayacak kadar karmaşık hislerle değişkenliklerle dolduruyor. Bu da aslında hayatı birçok alanda ve şartta çekilmez ve katlanılmaz hale getiriyor. Geçmişe bakarak bir örnek verecek olursak; Teknolojik üstünlüğü ellerinde bulunduran Avrupalı kaşifler Amerikayı keşfedip oradaki cahil insanları üstün bilgileri sonucunda yenmiş ve topraklarına sahip olmuşlar gibi bir düşünce, çok yanlış olur. Avrupalıların zeka olarak hiçbir üstünlüğü yoktur. Amerika yerlilerine karşı tek üstünlükleri coğrafi olarak daha zengin kaynaklara sahip bir yerden gelmelerinden kaynaklanır. O dönem Avrupalılar; Hayvanlarla daha önce tanışıp onları evcilleştirmiş ve onların mikroplarını almışlardı.
Ama Amerika yerlileri daha önce bu mikroplarla hiç karşılaşmamışlardı ve buna bağışıklıkları yoktu. Avrupalılar tarafından Amerika yerlilerine bulaşan şuan günümüzün en basit hastalıklarından biri olan çiçek hastalığı tüm İnka imparatorluğunun daha savaşamadan yok olmasına neden oldu. (Tabi ki unutmadan, daha önce hiç bir şekilde ne tüfek ne de kılıç görmemiş olan Amerikalı yerlilerin kılıç ve tüfeği görünce şaşırarak ne yapacaklarını bilemediklerini, korktukları için de karşı koyamadıklarını da belirtmekte yarar var.)
İnsanlığın birçok kitapta Avrasya’dan başlayarak medeniyete ulaştığı, bununda, coğrafi farklılık, ırksal sorunlar, bedensel kuvvet ve daha nice insani koşulların dünyayı ve insanı şekillendirişini ve şu anki boyuta ulaşma evrelerini akıl, mantık ve tarihsel gerçeklerle birleştirerek anlamak gerekiyor. Yaşadığımız coğrafyanın sahip olduğu gerek kültürel gerek yer altı, gerek yer üstünde ki değerlerine rağmen zorluklarla dolu olmasının altında değerlerimize sahip çıkmamamız yatmakta. Nasıl oldu da yüz yıllar önce Anadolu’da yaşayan çiftçiler dillerini modern dünyanın bu kadar büyük bir kısmına yayabildiler? Sadece dillerini değil, zamanla metal aletler, yazı, merkezi yönetim gibi medeniyetin elzem gereksinimlerini de yaydılar da, tarım batıya Anadolu üzerinden yayıldı? Günümüzde Dünyaya malolmuş ilkeli, doğru ve dürüst gerçek akademisyenlerin eserlerini okuduğumda, çözemediğim ve net cevabını henüz bulamadığım iki soruyu kendime soruyorum. (Neden modern dünyanın Türkiye’ye bu kadar büyük bir borcu var? Ve neden modern ve medeni dünyanın liderleri Türkiye’ye bu kadar düşmanlar?)
Bunu yazan insanlar bunca değerli bilgiyi neden bizim topraklarımızda, yaşanmış olan medeniyetlere malediyorlar? Çünkü; Önemli akademisyenler o dönem için, Avrasya doğu batı ekseninde olduğu için gelişebilmiş. Amerika ve Afrika kuzey güney eksenli olduğu için gelişememiş derler. Günümüzde, Afrika birçok Avrupa ülkesi tarafından daha hala sömürülmekte ve hala gelişememiş açlık ve yokluk halde bir yaşam sürmektedir. Tarih yalanı kabul etmez ve yazmaz. Gerçekler böyle. Bizlerin, sahip olduğumuz değerlerin ne olduğunu anlayarak, değerlerimize sahip çıkmayı öğrenmemiz ve değerlerimiz ile yaşarken, yeni nesillere öğretmemiz gerekiyor. Yaşadığımız Dünyada günümüzde de, halen kıtaların farklı yaşam dinamiklerinin, imkan ve yaşam kalitesinin oluşmasının temelinde daha hala coğrafik faktörler yattığı gerçeği hakimdir. Yine kısacık geçmiş yüz yıllardaki salgın hastalıkların insanlığı uğrattığı kayıplara bakacak olursak,
Baş döndürücü bir hızla gelişen ulaşım ve iletişim teknolojileri insanları dünyanın her bölgesine ulaşabilir, erişebilir hale getirerek çekici, hareketli, heyecan ve adrenalin dolu coşkulu bir yaşam şeklinin oluşmasına ortam ve imkan sağlamışken, tam Milenyum çağının başlangıcında, bu fiziksel mobilitenin insan neslinin geleceğine yönelik tehlikelere de kapı araladığı Covid-19 pandemisiyle kendisini apaçık ortaya çıkardı. Corona virüsünün nitelik olarak hızlı ve çabuk yayılma özelliği, ne devlet gücü ne teknolojik imkanları tanımadı. Güçlü ve donanımlı, ulus devletleri önlem alamadan bir anda sarması ile tüm dünya’ya yayılması aynı zamanda gelişti. Güçlü görülen bir çok ulus devletin sağlık sistemi bu çağda sahip olunan nitelikli imkanlara rağmen çökme aşamasına geldi. Yetersiz kaldı. Geçmişe şöyle bir göz atarsak;
1347–1351 yıllarından yaklaşık 200 milyon can alan Avrupa’da çok ciddi sosyal, ekonomik ve siyasi sonuçlar yaratan Kara Veba Salgınının da gizemli ve dramatik sonucu ortada.
- yüzyılda tıp alanında önemli gelişmelerin kaydedilmesiyle veba, çiçek, kolera gibi salgınları önleyici yöntemler geliştirildi. Fakat 1800’lerin sonlarından itibaren bulaşıcılığıyla pandemiye yol açan etkenler grip virüsü varyantları ve koronovirüsler oldu. Rus gribi olarak da adlandırılan 1889-1890 pandemisinde hastalık ilk kez 1889 Aralık ayında St. Petersburg kentinde kaydedildi. Ocak 1890’da ise ABD’de bu hastalıktan ölümler tepe noktasına ulaşmıştı. Bu salgından sonra bir dünya savaşının içinde yayılan İspanyol Gribi, asker hareketliliği nedeniyle dünya çapında 50 milyona yakın insanın ölmesine neden oldu. Son 20 yılda Domuz Gribi, Mers ve Sars dünya çapında salgın hastalıklar olarak öne çıksa da, eski salgınların neden oldukları ölüm sayılarına yaklaşamadılar. Yaşamakta olduğumuz son günlerde ki Covid-19 pandemisinin gösterdiği artışa bakarsak, bu yayılma hızıyla devam ettiği takdirde, ölümcüllük anlamında da son yıllarda karşılaşılan salgınların hepsini geçmesi muhtemel görünüyor. Bu tür küresel salgınlar, birçok halk sağlığı uzmanının korkulu rüyası. Günümüz yaşam biçiminde ki hareketliliğin kolaylığı ve küresel ulaşımın kapasitesi, hızı, ağ dağılımı ve kolaylığı göz önüne alındığında, nüfusu yok edebilecek hızla yayılan bir hastalığın hayal edilmesi hiç de zor değil gibi kanımca.
Pandemi sonrası turizm sektörü için akademisyenler ve sektör profesyonelleri iki farklı öngörü ortaya koyuyorlar. Bir kısmı çok şey değişecek istesek te istemesek te derken, diğer kısım hiçbir şeyin değişmeyeceğini iddia ediyorlar. Şu anda turizmin içerisinde bulunduğu bitmişlik sendromu bakın sektörde taşları nasıl yerinden oynatıyor. Günümüzde turizm sektörünün yaşadığı sıkıntılarda pandeminin etkisi çok büyük ve ön planda olsa da, yaşananların sadece pandemi kaynaklı olmadığını sektörün tüm aktörleri realite de bilirler.
Diğer yandan açılan ve çalışmaya başlayan oteller için sektörümüzde çalışma hayatı herhalde hiç bu dönem kadar zor ve acımasız olmamıştır. Sezonun en yüksek fiyat döneminde açılabilen otelden beklenen fiyattan tutunda, pandemi gereği hizmet standartlarında ki zorluklara, hastalık bulaşan çalışanların yaşadığı zorluklara kadar, içinden çıkılması çok zor olan bulaşma yoğunluğu ve hızı yanı sıra iş yükünün artması gibi birçok zorluk çalışanın sırtına yüklenmiş durumda.
Pandemi öncesi, son yıllarda, bir yandan ağırlanan turist sayısında ciddi rakamlara ulaşırlırken,
diğer yandan maliyetlerin artması ile karlılığın düşmesi, zaiyatların artması, vergilerin artması, satışlarda ki başarının tamamen fiyat odaklı hale getirilmesi ile oluşan acımasız ve yıkıcı rekabet ortamının doğru işi üreten tesislere verdiği zararlar. Diğer yandan kuşakların (Jenerasyonun) farklı bakış açısı ve davranış biçimleri, yatırımcıların imkansız olan beklentileri ve şirketlerin, tesislerin ailenin oyun bahçesi haline getirilmesi ile kurumsal yapının ekip ruhunun hafızasının boşalması ile buna tuz biber olarak politik etkenler, ülkemizdeki ve bulunduğumuz bölgede yaşananların sektöre yansıması ve etkileri. Yeni açılan her tesisin kendini ispat etme çabaları kapsamında, eski tesislerden misafirlerini fiyat veya ekstra fazla konaklama yöntemleri ile çalıyor olması. (Arz, talep dengesinin gün geçtikçe daha da bozulması ile maalesef içerisinde bulunduğumuz şartlar bunu var ediyor.) Tüm bunların değişip düzelebilmesi için de köklü bir değişimin/gelişimin olması gerekiyor ki; aslında herkes bundan bahsediyor. Onlarca yıldır kamuda ve özel sektörde değişim ve gelişim konuşuluyor. Hatta, bizi yönetenler de ‘’DeğişiM’’ diyorlar. Ama, ‘’DeğişiN’’ diye bastırıyorlar.
Önce siz ‘’değişin’’ki yaptığınızın adı ‘’DeğişiN liderliği’’ olmasın.
Değişim tek kişilik veya bir gurup gösterisi değildir.
Değişimi emrederek yönetmek istiyorsanız, bunun adı ‘’DeğişiM Yönetimi’’ değil, ‘’DeğişiN Yönetimi’’dir.
Kısaca; Gelişmek ile zenginleşmekte farklı değerlerdir.
Gelişmek: büyüyüp boy atmak, yetişmek ilerlemek, olgunlaşmak, bilgi, görgü, kültür sahibi olmak, tecrübeli olmak, refah düzeyini yükseltmek, uygarlık ve medeniyeti yakalamaktır.
Zenginleşmek: Para, mal, mülk sahibi olmaktır.
Örneğin araplar zengindir. Fakat, gelişmiş, medeni, uygar değillerdir.
Gördüğüm ve yıllardır anladığım kadarıyla Ülkemde ki insanlar da gelişmek değil zenginleşmek istiyorlar. Bu yüzden bilgili ve kültürlü değil, paralı ve nüfuslu insanlara saygı duyuluyor memlekette.
Ev de kalmaya başladığımız bahar ayları ve sıcak yaz aylarını geride bırakırken, yaşam umudu taşıyan gelecek günlerde, sağlığımızın her şeyden önemli olduğunu, bunun için de, günümüz şartları gereği, pandemi’den sakınmanın en iyi yolunun korunmak (temizlik, sosyal mesafe ve maske) olduğunu unutmamamız gerekiyor. İnsanoğlunun yaşadığı her yüzyılın avantaj ve dezavantajlarının olduğu apaçık görünüyor. Günümüzde en çok kullanılan, yeni normal lafına alışamasak ve sevemesek te, görünen o ki, çağımız insanının bebeklikten itibaren, çocuklar maske ile tanışıyor ve onunla yaşamayı öğrenecekler. Benim esasen merak ettiğim şey, Covid 19 Corona Pandemisinin sonunda, yaşamlarımızda pek çok önemli değişiklikler ve yenilikler olurken, tarihin seyrini değiştirecek nelerin olacağı ve bunları belirleyen faktörlerin nasıl oluşacağı. Yeni normal kavramı gibi, duymaya alışmamız gereken yeni bir kavram da, Millennials yani (Milenyum Kuşağı) Son dönemlerde tüm dünya üniversitelerinde çok konuşulan ve yakında devlet başkanlarının da çok sıklıkla kullanacağı Milenyum Çağı ve Milenyum Kuşağı cümlelerine şimdiden alışmakta yarar var.