Nerede olursa olsun Zonguldak adı anılınca herkesin aklına “emek” ve “kömür” geliyor doğal olarak. Böyle düşünmekte çok haklılar elbette. Yüzlerce yıldır dededen toruna “ömür” tüketip “kömür” üretiyor bu kentin insanı. Kim ne kadar farkında bilmiyorum, Zonguldak, yerin altındaki gizli cevheri yeryüzüne çıkarmak için Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan daha çok şehit veren gazi bir kenttir. İki yüzyıldan bu yana birer birer girilen ocaklarda onar yüzer can verilen yerin adıdır. Kömür üretip sofralar dolusu bereketi eve taşıma kadar yerin altındaki cehennemi faaliyetin kader birliğinin, dayanışmanın, birlikte üretmenin adıdır en çok da.
ÇİÇEKLERİ KÖKLERİNDE AÇAN KENT
İrfan Yalçın, emek kentinin, Türkçenin doruklarında dolaşan bilge yazarıdır. Onu okuduğumdan beri Zonguldak için söylenecek sözlerin bittiği düşünürüm, öylesine derindir çünkü yazdıkları. Örneğin, “İki katlı, hüzün dolu kent” diye tanımlar delice tutkun olduğu kenti. “Ekmeğin en namuslusunun piştiği” kentinde, yerin altındakiler, Azrail’in elinden kapıp kapıp çıkardıkları kömürü yerüstündekilerini hizmetine sunar ona göre. Bacaların tütüp, annelerin, çocuklarını, sofradan gülen bir yüzle kaldırmasını sağlayan “Emeğin, en derini” olan bu kent, bambaşka güzelliklerin de diyarıdır: Zonguldak denen ağacın, “Çiçekleri köklerinde açar” ona göre. Onun dilinde Zonguldak, ekonominin çarkları dönsün, memleketin bacaları tütsün, tüm ülke yarınlara umutla yürüsün, insanların yüzü hep gülsün diye, hiç çekinmeden, “Ölümlerden gelinip ölümlere gidilen” kenttir.
HAS OĞULLAR VEREN BİR KOVAN
Işıklar içinde uyuyası sevgili öğretmenim Behçet Kalaycı ise, içlerinden biri olduğu Zonguldak insanı için tanıklık eder ki, “Yüzleri gecelerce kara” olsa da “içleri ap ak”tır. Zonguldaklı madenciler, her gün, üç vardiya, “Soluyan iri kömürler gibi çıkar” ocaklardan dışarı. Memleketler içinde bir kutlu memlekettir, vefakârdır, üretkendir, yurtseverdir. Alttakilerin kömüre kanlarını katarken üsttekilerin gülüp eğlendiği bu kentin insan mayası böyle çalındığı için “Has oğullar veren bir kovandır” her zaman. Ta Dilaver Paşalı yıllarda çizilerek kadri mutlak hale getirilen kaderi hiç değişmez ne hikmetse. Aynı köyde doğup, aynı tarlanın ekmeğiyle büyüyen, aynı havayı soluyup, aynı yağmurda ıslanan oğulları, “Hiç değişmeyen yaman bir yazgıyla yollanır Hades’in diyarına.” Çaresi yoktur, ocaklarını tüttürecektir ülkesinin, ta ezelden bu yana buna mükellef yazılmıştır. Bu nedenle, “Kurumadan babaya dökülen yaşlar, oğulların öyküsü başlar” bu ellerde.
DENİZİN ÖPTÜĞÜ KENT
Başka her yerden farklı olarak, nüfus kaydında Zonguldak yazanlar, hiç yüksünmeden, “Yapışıp babalarının bıraktığı kanlı kazmaya / başlarlar ölümcül kömürü kazmaya…” Es geçmeyelim, Zonguldak, kömürün karası kadar her tonda deliren yeşilin de adıdır. Tıpkı sevgili öğretmenimin dediği gibi, içine girdiğinde gökyüzünü görmekte zorlanacağınız “Zonguldak dağlarında, bahar, çiçek tozlarıyla genzinizi yakar.” Dik yamaçları, olağanüstü güzellikteki fiyortları, birçoğu acımasızca yok edilen kumsallarıyla, denizin öptüğü bir kenttir. Nerede olsanız gözünüze çarpan Karadeniz kimi zaman delilenir öfkeyle vurur kendini kayalara. Kimi zaman emekleyen minik bir bebek olur, ipeksi dokunuşlarla sahillere yayılır. Hangi duyguda olursa olsun, “Zonguldak tepelerinden deniz / Bir başka görünür, / Yükseklerden yeşil akar maviliklere…”
BAŞKA BİR DİL KULLANILIR ZONGULDAK’TA
Kullanılan dil, oluşturduğu kavramlar dünyası da farklıdır Zonguldak’ın. “Mürettep köy” ne demektir yalnız Zonguldaklılar bilir örneğin. Doğrudur “gruplu çalışıp, münavebe yapar” bu kentin insanı. “Pasoluyla” kendisi işe, çocukları okula gider. Ocakta olduğu kadar, hayata da “tahkimat” yapılır. Yalnızca kayan kömüre değil, kötülüklere de “kapak” tutularak geçit verilmez caddelerinde. Şaşıracaksınız belki ama “Domuzdamı” sözcüğü, kötü sayılmış bir hayvanı değil, tıpkı “bağ” gibi güvenliği, korunmayı ve eksili karanlıklarda hiç durmadan süren üretimi anlatır. Başka yerlerin tamamen aksine, kocalarının pavyonlarda sabahladığını bilen kadınlar, keyifle uyanır sabahlara. “Pavyon” vur patlasın sefahatin değil, yorgun bedenlerin dinlendirildiği güvenlikli yerin adıdır çünkü. Başkaları hiç farkında olmasa da, yerin derinliklerinden hayata hep “baş yukarı” sürülür. Her yer gibi, buranın da, dağları, yalçın kayalıkları, gün yüzü görmemiş koyakları vardır. Başka yerlerde patikadan ulaşılır, dik yamaçlar aşılır, bayırlar geçilir. Ama Zonguldaklı “varagel” yapar çıkar yokuşları. “Taban yolu”ndan ilerler, “desandre” ile bayırlardan iner. “Nefeslik”te soluklanır. “Lağım”dan pis kokular değil de üretim heyecan veren sesi yükselir. Kimi zamansa “Tumba” edilir sevinçler yeryüzüne…
ADINA “DİLAVER” DENEN PAŞA, KÖMÜRE “MÜKELLEF” ETTİ HEPİMİZİ
“Mükellefiyet” duyan herkese vergiyle ilgili bir yükümlüğü çağrıştırır değil mi? Oysa acıların en katmerlisini, bitmeyen zulmü, madenkeşlerin sırtına inen jandarma dipçiğini anlatır bu ellerde. Adına “Dilaver” denen bir Paşa, ta 19. yüzyılın ortalarında, 13 yaşından 50 yaşına kadar tüm erkekleri ocaklarda çalışmaya mükellef etmiştir. Günyüzü görmeden jandarma zoruyla ocaklarda çalışmak zorunda kalan “kıvırcıklar” tam da bunun için, “Mükellefin urganı/ terli olur yorganı/ Mükelleften kurtulan/ çifte kessin kurbanı” şeklinde maniler yakar. Yetinmez, “Zonguldak’ın treni/ Hem ileri hem geri / Kör olası mükellef / Dul ettin gelinleri” diye ilençler okur bu yıllara. Duyduğunda herkesin yüzüne kopkoyu bir karanlık yayan “Grizu” ecelsiz ölümlerin, yüreklerde hiç bitmeyen acının, kulakları sağır eden patlamanın adıdır. Bu sözcük duyulduğunda yüreği ağzında bir koşu başlar kuyu başlarına… Sedyede battaniyeye sarılı çıkan her bedenle bir kez daha ölünürken, kurtarma ekibinin kolunda sağ çıkan herkesle yeniden bağlanılır hayata.
ZONGULDAK MAĞARALAR KENTİDİR DE AYRICA
Yerin altındaki macera hiç bitmez bu kentte. Dünyanın büyük altüst oluşları sırasından şimdiki Madagaskar’dan kopup Anadolu’ya eklemlendiği için “Türkiye’nin Afrikalısı” sayılan Zonguldak bir mağaralar şehridir de aynı zamanda. Olağanüstü renk ve desenlere sahip damlataşlarıyla büyülü güzellikler barındıran mağaraların birçoğu tıpkı madenler gibi üretmeye devam eder hâlâ. Mağaraların kimilerinde sarkıtların, dikitlerin travertenlerin yanı sıra, büyük akarsular, hatta botlarla gezilip saatlerce yüzülecek göller de bulunur. Cehenenemağzı, Gökgöl, Çayırköy mağaraları en ünlüleri olsa da, Kilimli’deki Kızılelma 6.630 metre ile en uzununu oluşturur mesela. Cumayanı 1.100, Erçek 890, İnağzı 793, llıksu 606, Sofular Mağarası ise 490 metredir. Ziyarete açık olan Gökgöl Mağarası muhteşem oluşumları, Ereğli’deki Cehennemağzı Mağaraları ise oluşumlar kadar mitolojik söylencesi ile de gözlerini kamaştırır insanların.
TÜRKİYE’YE ÖRNEK BİR KARDEŞLİK TÜRKÜSÜDÜR ZONGULDAK
Birçoğu yol yapma, tesis kurma gayretkeşliğiyle acımasızca yok edilse de muhteşem plajların kentidir yine de. Kentin tam ortasındaki Kapuz Plajı, berrak suları kadar tene hiç yapışmayan kumuyla da gerçek bir efsanedir. Alaplı’daki Belediye, Ereğli’deki Erdemir, Kozlu’daki Ilıksu, Değirmenağzı plajları, Kilimli’deki Ömerağzı, Göbü, Türkali, Çaycuma’daki Filyos sahilleri kumsalına bedenini yatıranların, yalnızca bedenini değil gönüllerini de serinletir. Zonguldak’ta kulaktan kulağa gezen, kuşaktan kuşağa aktarılan bir söylence vardır. Denir ki, “Bu kentin suyundan içen bir daha vaz geçemez.” O nedenle Türkiye’ye örnek bir kardeşlik türküsü söylenir bu kentte. Yerin altındaki cehennemi faaliyette kardeşleşen 72 milletten insan, ne güzel ki, barış içinde yan yana yaşar. Çok erken kaybettiğimiz için içimde bir yara olarak duran Zonguldak şairi Mehmet Yılmaz ağabeyim, Zonguldaklıyı tarif ederken “Karışır birbirine divitin pazen/ yiter Erzincan, Giresun, Batman yüzleri/ dönüşür Zonguldaklıya sırılsıklam terden” der bu yüzden. Birçok yerde yazdım. Yine yazmamda bir beis yok: Kıvırcık’ı, Laz’ı, Kürt’ü dayanışma içinde kurdu bu kutlu kenti. Değer üretip, alın teri dökerek kimlik kazandırdı. Yıka yıka değil, yapa-kura, ürete-çoğalta, kapısını çalan herkesi doyura, zengin ede geldi bugüne. Onun için de yüz akı oldu Türkiye’nin…